21 Mayıs 2015 Perşembe

Yinee De Şahlanıyoor Amaan

"Ya işten dönmüştüm de, bana bi sigara ısmarlasana" diyordu. Saat, 13:47'ydi. Bir anda çalmaya başlayan telefon, genellikle herkes tarafından kötüye yorulur. (Telefonların çalma şeklinden dahi bu çıkarımı yapabilirsiniz, suratınızı ekşitecek haberleri alacağınız zaman, telefon, daha bi tuhaf, ve telaşlı çalar, bunu anlarsınız, neyse) Uykudan hışımla kalkıp, telefonu açtığınız zaman, eğer kalktığınıza değmeyecek şeyler duyarsanız, sinirlenirsiniz. (çok insani bir duygudur bu.) Bende ise, bu durum, cinnete dahi varabiliyor. Ama günümüz insanı, en boş, ve gereksiz konuları bile haddinden fazla büyütmeye çok müsait bi hale geldi, biliyorsunuz. Arayan Faruk. Faruk, benim samimi olduğum bir arkadaşım. Gizli işsiz bir arkadaş bu. Hep de, gerçekten meşguliyet anlarımı bulabilen, muhterem bir arkadaş. Bir bayram sabahı gerçekleşiyor tüm bunlar. Telefonu kapatıyorum, ve zaten kaçmış uykum için Faruk'a küfür ediyorum. (Bayramların bayram değil, aslında bedavadan tatil günü olması.) Hava, yarı açık. Güneş, arada bir bulutların arasından gösterip, daha sonra da elletmiyor. Telefon, sürekli çalıyor. Anlıyorum ki, dayımlar, ve ablamlar, bu sene de ziyarete gelecekler. Ebeveynlerimin her seferinde şahsıma yaptığı "aman iyi davran, kötü olma" telkinleri sonrası, her bayram, ve buluşmada aynı senaryoyu oynuyorum, ve herkes mutlu oluyor, ben hariç. (karakteristik Yengeç burcu erkeğisi). Yine de, bayram günü, evin içinde bir kalabalık olması düşüncesi, tuhaf bir huzur veriyor bedenime. Odayı toplamaya başlıyorum: Odamı tanımlayacak olursam şöyle bişey oluyor: Sarı-kırmızı renklerin hakim olduğu, her yerde bira ve cola şişelerinin olduğu bir teknik servis odası. Evet, tam olarak odam, böyle bişeye benziyor. Kısa süreli işimden ayrıldığımdan beri, ayık gezmediğim için, odayı toplamak, büyük bir sorunmuş gibi görünüyor. Dışarıdan gelen, ve hiç susmayan silah sesleri eşliğinde, bir sigara yakıyor, ve işe koyuluyorum...

Evet, Varan 1. İlk gelen dayımlar oluyor. İşim bittikten sonra, kimseyi görmeden, direkt olarak lavaboya gidiyor, ve kendime çekidüzen vermeye başlıyorum. Zira, görüntü olarak, The Walking Dead dizisinden çıkmış gibi bir halim var. Benim gibi insani ilişkileri bozuk, toplumla geçinemeyen sosyopatların bile kıyıda köşede pek sevdiği akrabaları bulunur. Halamı arıyorum, çünkü kendisi Antalya'daki diğer halamın yanında. Aradığıma çok seviniyor, ve bizim de bayramımızı kutluyor. Bir kaç sevdiğim akrabamı daha aradıktan sonra telefonu kapayıp, dışarı çıkıyorum.

Çarşıda, herşey aynı. Yalnızca, biraz daha kalabalık. Tanımadığım insanlar çokça. Bunlar bayram ziyaretine gelip, burayı küçümseyen, postmodern şehirli, ve artist akrabalar. Bu tip akrabalar, ömür törpüsü gibidir. Dışarıdan Paris, ya da Londra'ya da gelse, bu tipler, ziyarete gidilen yeri kesinlikle beğenmez, onların geldiği yerde niceleri vardır, pii buraları da memleket midir? Mevcut tanıdıklarımın çoğu da, kendi akraba ziyaretlerinde olduğu için, tekele uğrayıp, alkol almakla yetiniyorum. Pascal geliyor yanıma. Pascal, çarşının kedisi. Karnındaki ufak bir beyazlık haricinde, tüm vücudu simsiyah. Ve nerede olursam olayım, çarşı içerisinde gelip, bacaklarıma sürtünür, ya da pantolonuma pençelerini geçirir. Bir çay söyleyip, çayı içerken, Pascal'ın karnını kaşıyorum biraz. Bi anda elimi ısırıyor, ama diş geçirmiyor (samimiyet emaresi). ben de görüp, arttırıyorum, ve elimi ağzına sokuyorum, ısırmaya çalışıyor eşşek.

Eve dönüyorum. Bu da ne? Ablamlar da gelmiş. Yeğenime sarılıp, kolunu ısırıyorum (ısırmak, çok sevmekten gelir, ve özünde sevgi olsa da, hayvanlıktır) Ablamla görüşüyorum. Enişte de bir asker. Astsubay. Denizci. Hükümete, türbanlılara, ve bahsettiğim güruhun tamamına küfür ediyor. Dışarı çıkmayı öneriyorum. Buradaki en "oturulabilecek" mekana götürmemi istiyor benden. Bu mekan, yeni açılmış, ve gerçekten lüks sayılabilecek bir mekan. Tüm üniversite gençliği, ve parası bol güngörmemiş insancıkların her akşam abone olduğu bir mekan. Oturuyoruz. Birer latte içiyoruz, ve ortamı beğenmediğini beyan ediyor. Kızlarla iletişimimin rezalet olmasını buna bağlıyor: "Şuraya bak, burada dişi sinek bile yok lan!" Dönüp, mekana baktığımda, maalesef sözlerinin doğruluğunu anlıyorum: Koskoca mekanda, 10 adet dişi kişi var. Ve bu 10 dişiden 7'si, yanındaki kerizlere hesap saplamak için gelmiş, kalan ikisi de, ne bok yediğinden emin değil, geriye kalan tek düzgünümsü dişinin yanında da sevdiceği var. Muhtemelen ya nişanlı, ya da yeni evli. "Buradan olmaz" deyiveriyor enişte. Kalkıp gidiyoruz, bana bu sefer mekanın "idare eder" olduğundan bahsediyor. Arabaya biniyor, ve dolaşmaya başlıyoruz. Aldığım biraları açıp, içmeye başlıyorum. İlçenin manzarasının görülebildiği yüksek bir tepeye çıkarıyorum onu (burası, bilumum içme ve öpüş-seviş mekanı tabii ki) Kızlar konusunda sürekli bişeyler konuşuyor da konuşuyor. (Ablamla evlendiğinden beri yaptığı, ve nefret edip, cevap veremediğim bir konu bu) Sıkıldığını söyleyip, gidebileceğimiz pavyon tarzı bir yer olup olmadığını soruyor, ve yola koyuluyoruz. Gidene kadar "pavyon kültürü" hakkında nadide, ve eşsiz tecrübeleriyle bana yol göstermeye devam ediyor.

Vardığımızda, koltuk değnekli bir adam, güçlükle eniştenin kapısını açıyor, "hoşgeldiniz" diyor, enişte de karşılık veriyor. İlçenin 10 km kadar dışında kalan, benzinlik-otel karışımı bi yer burası. Kapıda Mercedes-Audi-BMW ve türevi araçlar var. Koltuk Değnekli, müzikli, dansözlü eğlenceli olduğunu, ama herhangi bir "yer değişimi" olmadığını söylüyor. Bizim de amacımız, "yer değişimsiz" olarak, iki-üç bardak bira içip, defolmak. İçeri giriyoruz. Loş ışıklı, (kırmızı ve mavi ağırlıkta olmak üzere) Ankara havası, ya da üç ayak (Karadeniz horonu) çalınan bir yer. Mekanın orta yerindeki masada, yaklaşık 10 adet hatun kişi oturmakta. Girerken, adeta gözleriyle ırzımıza geçiyorlar. Oturup, birer bira söylüyoruz.

Oturduğumuz yer, hatunların masasını karşıdan çok rahat görebilen bir yer. Pavyon insanı olmadığımız, tipimizden bariz belli olduğu için, mekan sahipleri dahil, sivil polis sanılıyoruz. Bir nevi Tango ve Cash gibi. (o filmin de ayrıca hastasıyım.) Birayı yudumlarken, şarkı söyleyen bir hatun kişi, şarkıyı bitirirken, çıkarabileceği oktav düzeyini zorlayarak şarkıyı bitiriyor, alkışlar kopuyor. Çevreyi gözlemlerken, karşı masadan iki hatunun ciddi şekilde kestiğini farkediyorum (bu kesişler tamamen yapaydır, ve bu hatun kişiler, tek bakışta insanların en derin zaaflarını bile görebilirler.) Biri esmer. Diğeri de sarışın. Esmer olanı, biraz daha genç, gece karası saçları var, ve kırmızı bir mini etek giymiş. (Bu işi kolay para olarak gören bir tavrı var) Sarışın olansa, biraz daha çökmüş. 30'lu yaşlarına başlamak üzere, muhtemelen bir oğlu-kızı var. Bu tip yerlerde nasıl davranacağını daha iyi biliyor, ve hareketleri çok spontan. Sırtı bize dönük olan hatunlar ise, görebildikleri tarafta oturan saçları hafif kırlaşmış bir grup abiyi (muhtemelen fabrikadan çıkıp gelmişlerdi) gözlerine kestirmişlerdi. Arkamdaki masalardan birinde, konsun (konsomatris) bir masaya çöktüğünü, ve sürekli vol'e çalıştığını görüyorum. Yanındaki abi, hatunu kollarıyla sarıp sarmalamış, lakin oradan çıkabilecek mi, bilinmez. Yanındaki masada, bir abi, tek başına kafayı bulmuş, ve müziği hissederek (müziği hissetmek diye bişey vardır) anın tadını çıkarmaya çalışıyor. Hemen yan masadaysa, göbekli, kır saçlı 4-5 tane abi oturuyor. Amca da olabilirler. Masaya gelen şampanya, ve konfetilerden, bu abilerin, kapıdaki üst segment arabaların, pek de üst segment olmayan sahipleri olduklarını anlıyorum. Hatun masasından gözlerini ayırmıyorlar, niyetleri ciddi. Bu arada sarışın hatun vazgeçiyor, esmer ise benden yana ısrarlı. Sürekli gözlerimi kaçırıyorum. Saat 00:00'a geliyor, ve bir anda hatunlar kalkıp, arka tarafa geçiyorlar. Esmer, yanımdan geçerken, omzuma dokunuyor (sıkışık ortamda yanyana geçiyormuş gibi bir dokunma bu) Beş dakika sonra, bir çoğu dansöz kıyafetleriyle mekana dönüyorlar, ve artan libidoyu ben bile hissedebiliyorum. Öyle ki, normalde bakıldığında hatun görmüş bir grup erkek görebilirsiniz. Ama özel bir X-Ray cihazıyla bakıldığında, hepsinin, aletlerini sıvazlayarak bekleyen zombimsi yaratıklar olduğu fikri geliyor aklıma. Hatunlar, masalara dağılıyor, kalanlar da ortaya çıkıp, dans etmeye başlıyor. İlk denemeyi, kızıl saçlı (ve gerçekten hoş) bir hatun yapıyor, enişteme soruyor, ama o kibarca reddediyor. O da ne? Esmer dansöz kıyafeti giymemiş. Kenarda bir masada oturuyor. Düğünde gözüne kestirdiği çocuğu başkasına kaptırmış bir kızın hali var üzerinde. Bu esnada, ortada oynayan dansöz hatunların, üzerlerindeki tül-şal benzeri şeyi fırlatıp atması, ve hepsinin göğüs çatalının gözükmesiyle, ortamda testosteron patlaması yaşanıyor. Çalan müziğe herkes eşlik ediyor, görünürde herkes çok mutlu, en çok da mekanın sahibi bundan çok hoşnut. Esmer, ayağa kalkıyor, ve suratıma "beni neden çağırmadın, kafana sıçıyım senin!" bakışı atarak, yanıma bir sandalye çekip, oturuyor. "Hoşgeldiniz" diyor. Bunu öyle güzel, ve öyle harika şekilde söylüyor ki, emekli bir noter memuru bile bu "Hoşgeldiniz"e kayıtsız kalamaz diye düşünüyorum. "Hoşbulduk, merhaba" diye cevap veriyorum. "Yüzüme sinsi şekilde gülümseyip, "bişeyler içelim mi?" diye soruyor. Gülümseyerek "Hayır, teşekkür ederiz" deyip, reddediyorum. Esmer, eliyle bacağımı okşayarak "Rica ederim, tekrar bekleriz" diyor, şuh bir ses tonuyla. Yan masadaki kodaman ekibin, bu etkileşimi görüp, bizim masaya tuhaf tuhaf bakmasıyla, kalkma vaktimizin geldiğini anlıyoruz. hesabı ödeyip, çıkıyoruz. Enişte eve gidiyor, bense içmeye devam ediyorum. Bir bayram da böyle geçiyor. 

NOT: Tabii ki en güzel bayramlar, aileniz, akrabalarınızla geçirdiğiniz bayramlardır, pavyon felan, oturun, bok yemeyin. Nice güzel bayramlara inşallah.

*vol: pavyonlarda konsomatris hatunların, masadaki müşterinin hesabını kabartması.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...