18 Temmuz 2017 Salı

Şehir Aksi Be Gülüm!

Tarih: Ağustos 2005
Yer: Wonderland Cezaevi Yakınları
Konu: Ama Ben Seni Arkadaş Olarak Görüyorum??!!

Hıncahınç içtiğim onca votkanın ardından, cila niyetine (ergenliği çok zor durumlara sokan o sürekli özgüven halindendi) içtiğim dört şişe biranın etkisiyle yıkılmak üzereydim. Yine de sigarayı yakacak takati kendimde bulmuştum. Ağzım keçe gibiydi; ama önemli değildi. Ebeveyn ve akrabalarımın hepsi, bir başka yakın akrabamın düğününe katılmak için köydeydiler. Evde yalnızdım; arkadaşlarımı çağırmıştım, herkes donundaki kuruşa kadar çıkarmıştı, iki kasa bira ve iki adet 70'lik votka alınmıştı. Oldukça muhafazakar bir ilçeye rağmen, içtiğimiz içki, gerçekten etkileyiciydi. (Gerçekten iyi ve sağlam içmiştik, yalan değil) Ben yavaş yavaş pişmanlık safhasına geçmek üzereyken, odanın diğer köşesinden oldukça neşeli sesler geliyordu: Murat, alkolün de etkisiyle, bilgisayarın ekranında gördüklerinden oldukça memnun görünüyordu. Hayır, tabii ki de porno izlemiyordu. Neşesinin sebebi, (o sıralarda çok popüler olan) Camfrog Video Chat'ti. Oldukça popüler olduğu Camfrog kanalında (kanalda popüler olmak da ayrı bir itibar göstergesiydi) tanıştığı bir bayana tüm dikkatini vermişti. Mikrofonun kontrolünü almıştı; arka arkaya şarkılar çalmaktaydı. Hepsi de ekrandaki bayan içindi. (Tabii bu esnada bilgisayarıma yüklemesi gereken milyon tane çöplük programla bilgisayarımın naçizane sisteminin ebesine atlıyordu.) Ekrandaki bayansa, düşük profilde olup biteni izlemeye koyulmuştu. Murat, "alem yaptığımız" belli olsun diye webcam'i bana doğru çeviriyordu. Kızın, ağzı burnu yamulmuş, saçları dağılmış ve elinde sigarayla sızmak üzere olan bir ergenin görüntüsünü ve genel olarak loş ortamı karizmatik bulmasını umuyordu muhtemelen. Arada bir, benim grunge müzik isteğimi yerine getiriyordu. (O zamanlardan beri bende stabil kalabilmiş ender şeylerden biri de grunge idi herhalde) Hızlı beatler, aksiyonlu mekan müzikleri ve evde yaratılmış yapay disko ortamı, gecenin ilerleyen saatlerinde yerini yavaş yavaş arabeske bırakmaktaydı. Müzikle beraber değişen ambians, daha durağan ve sıkıcı olmaya başlamıştı. (Takdir edersiniz, ergenlikte müzik, birincil şekilde kendini ifade etme yöntemidir.) İşin kötüsü, hala sızmamıştım. Nedense, Murat ve kızın arasındaki bu sohbetin nereye varacağını bilmek istemiştim. Diğer üyeler, yavaş yavaş kanaldan ayrılıyordu ve Murat ile Camfrog, muhabbete özel mesaj yoluyla devam edeceklerdi. Özel mesajlaşma kısmında, kişilerin webcam görüntüleri daha büyük oluyordu. Kız, balık etli bir kızdı. Belki yaşça Murat'tan da, benden de büyük olabilirdi. Saçları, pavyon sarısından hallice bir sarıydı ve dip boyaları gelmişti. Sutyen de giymiyordu. (seksin sattığı gerçeği.) Yüzündeki makyaj, gündüzden kalmaydı. (Makyajını silmeden uyuyan hatunlar, ertesi sabah uyandıklarında o makyaj ile acayip taş ötesi taş olabilmektedirler.) O da böyle düşünmüş olmalı ki, makyajını silmemişti ve silmeyecekti. Sohbetin bundan sonraki içeriği de aslında çok fazla değil. Karşılıklı olarak birbirine ispat çabası, büyük büyük laflar, çiğlik akan tavırlar, vs vs vs. Sabahın ilk ışıkları yavaş yavaş görünmeye başlarken, Murat, bilgisayarı kapattı ve mutlu şekilde kızla buluşacaklarını söyleyip, son bir bira daha açtı. Ertesi günün akşamında, kız ile İşlek Cadde'de buluşacaklardı. Bize giren çıkan neyse, biz de heyecan yapmıştık. Gündüzden tüm hazırlıklar yapıldı, saçlara abartı şekiller verildi, en güzel ve cool olduğu düşünülen giysiler çıkarıldı, kombinler denendi. Tüm bunlar olurken Murat, olayın başrolünde olmanın o dayanılmaz hissini yaşamakla meşguldü. Heyecanla arabaya binildi. (Arabanın içine doluşmuş, özgüveni korkunç boyutlara ulaşmış dört adet ergeni hayal edin. Edemediniz biliyorum.) Giderken herkesten farklı farklı taktikler geliyordu. Sefa, kızın karşısına oldukça cool ve maskülen çıkmasını önerirken, Gökhan, piç olmasını salık veriyordu. Bense kızın hareketlerine göre davranmasını söylemiştim. (Psikolojiye olan ilgimin tohumları sanırım filizleniyordu.) Gelmiştik. Caddeye çıkana kadar gayet iyi olan özgüvenimiz, caddedeki o coşkulu kalabalığı görünce bizi bırakıp gitmişti. (Küçük ve kapalı bir yerleşim yerinde yaşamanın en pis ve kötü tarafı da bu galiba.) Sefa, Gökhan ve benden oluşan sürünün, kızı delicesine korkutma ihtimalini düşünüp, çok sevdiğimiz kardeşimiz Murat'ın başlama ihtimali olan ilişkisini kafadan bitirmemek için geride kalmayı tercih ettik. (En azından bu kadarına kafamız basıyordu.) Murat'ı görebileceğimiz bir mesafede durup, büyük buluşma anını beklemeye başladık. Nefesler tutulmuştu. Sonunda beklenen an geldi. Kızımız, gülücükler saçarak, Murat'ın yanına doğru yaklaşıyordu. Murat'ın böyle olması çok doğalken, bizim neden elimiz ayağımız birbirine dolaşmıştı? Biz çok aksiyonlu bir vuslat anı beklerken, kızın soğuk şekilde Murat'ın elini sıkması, hepimizi dumur etmişti. Tam da bir el sıkma değildi bu. Parmakların ucunu hafifçe tutarak yapılan ve küçümseme anlamı taşıyan o sinir bozucu hareketi yapmıştı. (Başına gelmeyen yoktur.) Bir müddet caddede beraber yürüdüler. Biz de mesafeyi koruyarak onları izliyorduk. Murat'ın dış kulvardan yardırıp, arayı kapatma çabası, her seferinde kız tarafından sonuçsuz bırakılıyordu. Vakit geçtikçe kızın mutluluğu artıyorken, Murat'ın gerginliği de artıyordu. Bir süre sonra, kız anlatıyordu, Murat ise sus pus olmuş, kızı dinliyordu. Artık sıkılmaya başlıyordu. Ama kız, halinden memnun görünüyordu. Murat, çaktırmadan dönüp bizle daha fazla göz teması kurmaya başlayınca, görevin başarısızlıkla sonuçlandığını anlamıştık. Murat, sıkılmıştı; istediği gibi olmayacağını anlayınca, vakit kaybı olduğunu düşünüyordu ve bir an önce alkol ve arabesk moduna girmek istiyordu. Lakin, böyle anlarda, henüz bilinç tam yeterli olgunluğa erişmediği için, ayrıca meramını anlatmak için gerektiğinde ses yükseltmek gibi bir seçeneğin de olduğunu bu genç bedenlerimiz henüz bilmiyordu. Bilinmeyen bir sebepten dolayı, Murat, muhabbeti bitiremiyordu. Daha sonra kız, telefonuyla normalden fazla uğraşmaya başladı. Artık yürümüyorlardı. Ayakta dikilirken Murat, içinde kalan son libido kırıntılarını da kıza ikram ettiği sigarayla sonlandırıyordu. Sigaraları tam bitirip, yere atmışlardı ki, cadde üzerindeki mekanlardan iki kişi çıktı. (Mekanın üst katından indikleri çok belliydi.) Kız, adamları, Murat ile tanıştırdı. Murat da, zaten sıçmış olmanın rahatlığıyla gülümseyerek cevap verdi. Sonradan, kızın, daha iri yarı olan adama attığı kalpkalpkalp bakışlarını yakalamış olan bizler, Murat'a kaş göz diliyle gereken sinyali vermiştik. Artık, olay basit bir hoşlanmanın ötesiydi. Girdaba iyice kapılan Murat, vicdanının, ailesinden aldığı terbiye ve ahlakın gerektirdiklerini yapmaya kendini zorlarken, ortamda gitgide aşağılara doğru iniyordu. En sonunda duyduğu rahatsızlık, tüm değer yargılarını ezip geçecek seviyeye ulaşmış olacak ki, (ikinci sayfa haberlerine konu olan güruhun şirazesi, tam da bu safhada kayar.) muhabbetin ortasında aniden el hareketleri yapıp, acil işi olduğunu ima eden bazı cümlelerle ayrılıp, bizim yanımıza doğru gelebilmeyi başarmıştı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Bizim haricimizde tüm İşlek Cadde, olanca canlılığıyla hayatı yaşamaya devam ediyordu. Öyle ki, sokak hayvanları bile belki o anda bizden daha mesuttular. Murat, istemsizce caddede saadet içinde elele yürüyen sevgililere göz ucuyla bir bakış attı. Sonra yutkunarak, "Sikerim alayını. Hadi gidelim." dedi ve eve gidene kadar kimse bu mevzudan bahsetmedi. Sefa, olayı unutmaya çalışıyordu, Gökhan ise dalga geçme yöntemini uygulamaya çalışıyordu. Bense, yalnızca yaptığım gözlemden edindiklerimle Murat'ın nasıl hissettiğini anlıyordum ve en az benim başıma gelmiş gibi suskundum. (Toplumsal ilişkilerine dair gözlem merakım da burada şiddetlendi galiba. Keşke herkes empati yapabilse.) Şehir, Murat'a çok sert bir ihtar vermişti. Yıllardır bünyesinde yetişip, büyüyen Murat'a, sokaklarında sevgili saadeti yaşatmayıp, üvey evlat gibi davranmıştı. Yaşadığı bu şehri sahiplenen ve şehirle gurur duyan Murat'ın bu ilgisi, karşılıksız kalmıştı. O bu şehri çok sevse de, şehir aynı hisleri ona karşı hissetmemişti. (İlginçtir, şehrin bir kişiliği olduğunu Murat da düşünmüştü.) Düğün hala bitmemişti, ev boştu ve içki alacak paramız vardı. İki değil, üç kasa bira aldık ve bitene kadar içtik. Murat da Camfrog'a uzun bir süre girmedi.

Yıllar sonra, soğuk bir Ekim akşamında, sevdiceğimin yanına varır varmaz, aklıma bu olay gelmişti ve hemen kızcağızın eline yapışmıştım. Canının yandığını, elini hayvan gibi sıktığımı söylemişti bana. Onu dinlemedim. Elini tuttum ve İşlek Cadde'de kısa süren bir yürüyüş yaptık. Elele. Daha sonrasında elini bıraktım. Fazlasıyla evhamlı biri olduğu için bana kızmıştı; beraber İşlek Cadde'yi baştan sonra yürüyüp, ilişkimizi gözden geçirmek için dakikalarca dil döksem de, beni dinlememişti. En son konuşmamızda, son kez İşlek Cadde'de yürürken elini tutabilmek için hamle yapmıştım. Ve elini çekmişti. Evet, artık bitmişti, geri dönülmez bir yol ayrımına gelmiştik. Sonra bir otobüse binip, gitmişti. Kafamı kaldırdığımda, yıllar sonra Murat'ın hissettiklerini hissedecektim: Şehir, aksiydi, bahçesine kaçan topları acımasızca bıçakla kesip, önümüze atan bir yaşlı teyze gibiydi. Bizi sevmeyecekti; sokaklarında belki de hiçbir zaman sevdiceğimizle saadet içinde yürümemize müsade etmeyecekti. İyi de davranmayacaktı üstelik; onu her ziyaretimizde, içimizi derin düşünceler ve dibine kadar melankoli alacaktı. Öyle ki, arka koltukta bangır bangır Gülşen şarkıları dinlesek bile, Wonderland'e nasıl geldiğimizi anlayamayacaktık. Şehir, aksiydi...,

Yıllar sonra edit: Murat bunu başardı. Hatta aylık veya haftalık olarak da başarmaya devam ediyor. En azından birimiz başardık.


7 Temmuz 2017 Cuma

Sen Durma Koy Saki İçicez

Yer: Değirmendere
Tarih: (tahminen) 1997 yazı
Konu: Saki

Hızlı ve sık adımlarla koştuğu için, ayak sesleri, ta apartmanın dışından bile duyulabiliyordu: Küt küt küt... Apartman kapısından çıkar çıkmaz, güneşi gören yüzü, anlık kamaşmış olmalıydı. Böylesine hışımla dışarı çıktığı için, herkes dönüp, ona bakmıştı. Elindeki mısır gevreği poşetini (o zamanlarda çok bariz bir zenginlik göstergesiydi ve sırf gösteriş için çerez gibi, sitenin içinde arsızca yenirdi) bulmanın mutluluğunu yaşıyordu. Diğer çocuklar, kendilerinde fazlaca bulunmayan ve içten içe delice istedikleri (sınıf farklılığından nefret etmemin sebeplerindendir) mısır gevreğinin, arabanın altındaki "ilgi çekici şey"in hoşuna gideceğini düşünerek, dönerek baktılar. Muzaffer, (adı buydu) mağrur bir tavırla mısır gevreğinden bir avuç alarak, arabanın altına doğru elini uzattı. İlgi Çekici Şey, heyecanla Muzaffer'in olduğu tarafa doğru koşarak geldi. Önce Muzaffer'in elini koklayan İ.Ç.Ş, kendisi için ta uzaklardan gelen bu özel şeyi pek beğenmedi. İ.Ç.Ş'nin beğenmemesi, Muzaffer'i feci şekilde bozmuştu. Ama çocuklukta bu tür bozum olma durumları önemsenmediğinden, bu durum da önemsenmemişti.

İ.Ç.Ş, bembeyaz tüylü, minnacık ve inanılmaz hareketli bir köpekti. Kuyruğunu sürekli sallamaktaydı ve kendisine ilgi gösteren hiç bir yaşam formunu geri çevirmiyordu. Gerçek adı da Çapkın'dı. 90'lı yıllarda çocuk olabilmiş nesilden 5-6 kişilik bir ekibin tüm odak noktası olmuştu. Çocuk gibi tuhaf bir yaratığın ilgisini çekebilecek şeyler çok azdır. Yetişkinler olarak, çocukların ilgisini çekeceğini düşündüğümüz şeylere, onlar çoğunlukla köpek bokuna bakar gibi bakmakta ve biz yetişkinleri dumur etmektedirler (çocuğun bakışı ve hevesli yetişkinin bozulması anı, dünyadaki en iyi seyirliklerdendir) O yıllarda çekilen filmlerin ortak bir noktası da, mutlaka inanılmaz sevimli ve akıllı bir evcil hayvanın olmasıydı. Böyle filmleri akşamları izleyen çocukların (çocuklar ve onların hayal dünyaları) etkilenmemesi de imkansıza yakındı. Çapkın, oldukça bakımlı ve sevimli bir köpekti. Çocuklar için, Çapkın'a yakın olabilmek, o filmlerin içine girebilmek gibi bişeydi.

Çocuklar, sırasıyla Çapkın'a yakın olmak için çetin bir rekabete girmişlerdi. Hepsi köpeğe dokunmaya çalışıyor, kimisi "geh geh geh muçuççç" hareketi yaparak, hayvanı yanına çağırıyordu; kimisi de Muzaffer gibi Çapkın'ı yiyecekle tavlamanın peşindeydi. Zavallı hayvan ise, yalnızca işeyip, sıçacak bir yer aramakla meşguldü. Tabi bu arada, ilgiyi devam ettirmek için arasıra çocuklara yılıştığı da oluyordu (Çapkın, erkekti.).

Çocuklar, hayvandan istedikleri ilgi ve alakayı göremeyince, tuhaf yöntemlere başvurmaya başladılar: Hayvana ağaçtan erik toplamak, elindeki şişe sudan avucuna döküp içirmek, az önce oyun oynadığı ağaç dalının biraz daha büyüğünü koparıp getirmek için ağaca çıkmak ve tabii ki evine kadar gidip, sahibi olmadığı bir hayvan için kendi mısır gevreğini getirip ona yedirmek gibi. Muzaffer, bunu düşünerek, ortaya bariz şekilde sınıf farkı koyup, herkesi ekarte etmek istemişti sanırsam. (Muhtemelen de o çocuk grubunda, farketmeden de olsa, hayatı ilk algılayabilen oydu) Tüm bunlar olurken, medeniyetini korumakta olan Çapkın'ın Sahibi, gitgide çirkeflik belirtileri göstermeye başlamıştı. Sahip, gayet bakımlı ve hali vakti yerinde olan, akşamları sahile elinde çantasıyla yürüyüşe çıkan 30-40 yaş arası CHP'li ablalardandı. Çocukların saçmaladığını gören Sahip, Çapkın'ın tasmasını bağladı ve çocuklara alttan alttan tehdit içeren bir ses tonuyla, "Tamam ablacım, tamam! Çapkın yemez onu!" diyerek, Muzaffer'e muhtemelen ikinci şokunu yaşattı. Çocukların hepsi bir an duraksayarak, Sahip'e baktılar. Sahip, çocuklara , "çocukluk yaptıkları için" çıkışmıştı ve pişman da değildi. Durumdan habersiz olan çocuklardan birisi, Çapkın'a doğru koşarak, ağaçtan topladığı bir kaç eriği vermek isteyince, Sahip, "Tamam ablacım, Çapkın gidiyor, hadi!" diyerek azarladı. Çocuğun elineki eriklerle öyle kalakalışı, sadece bir yetişkinin değil, o sırada yaşıtı olan benim için bile üzücü bir detaydı. Sonradan, suçun yarısının da çocuklara ait olduğunu düşündüm. Neden sahip olmadıkları bir köpek için böyle efor sarfediyorlardı? Amaç neydi? Sonu bir yabancıdan azar yemek gibi, çocuklukta travmatik sonuçlara yol açabilecek durumlara bu çocuklar, neden girmişti? "Köpeğe yakın olabilmek için" cevabı makul, ama çocuklar, bu çabalarının karşılığını alamadılar; artı, aileleri kesinlikle ev hayvanı istemiyor. O günkü hayal kırıklıklarını bence onlar dahi hatırlıyorlardır.

Sonrası, yüksek ihtimalle okulda hocaların elindeki idare ve yetki olgusunun farkına varıyorlar ve bundan faydalanmak istiyorlar. Üniversitede de bölüm hocasıyla, askerde bölük-takım komutanıyla, işyerinde müdürlerle olmak üzere de devam ediyor. Tabii bunlar tahmini olarak erkek cinsi için geçerli oluyor. Kızlar ise, hipergami denen bokla daha erken yaşta tanışıyor ve etraflarındaki güç kaynaklarının belli bir kısmına sahip olmak için, entrika, ihtiras ve şehvet döndürmeyi de anneleri, teyzeleri ve arkadaşlarından öğreniyorlar. Kısacası, "gücü pek sevme" olarak tanımlayacağım bu durumu. Ve kesinlikle tasvip etmediğim bir durum bu tabii.

Yıllarca Osmanlı ile tek bir kişi iradesinde yönetilen bir ülkenin toplumunun böyle olması, aslında çok da yadırganacak bir durum değil. Birey olmak Türkiye'de hala zor. Gücü pek seven bu insanlarınsa, "altındakini hunharca ezmek, üstündekineyse sorgulamadan itaat etmek" gibi pis bir ortak huyları olduğunu da belirtmeden geçmiyim. Sonradan bu "güçlüye sevimli görünmek için" taklalar atan insancıkların, mevzubahis güçten nemalanamayıp, yönetilmeyi, piyon olmayı kendilerine yedirebildikleri de ayrıca güzel bir seyirliktir.

NOT: "Saki" kelimesinin anlamı, "içki ikram eden, içki dağıtan kimse" dir normalde. Lakin, asker ocağında, bu kelimenin karşılığı, argoda "sakso çekmek, yalamak" anlamlarına gelir. Kim daha iyi "yalarsa", o, üst düzey bir sakicidir.

NOT: Saki, ayrıca ünlü bir İngiliz yazardır, gerçek adı Hector Hugh Monro'dur. Görseldeki resim, kendisine ait bir kitabın kapağıdır, tahmin ettiğiniz üzere.

NOT: Saki kelimesinin, İngilizce'deki "suck" kelimesiyle de uyumlu olması, bazılarının  gözünden kaçmamıştır herhalde.

NOT: Sıla Gençoğlu adlı şarkıcıdan haz etmesem de, yazıya iyi bir başlık oldu.

Havalar pek sıcak, g.tü kollayın annem.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...