14 Mayıs 2020 Perşembe

Şaşırtma Zanaatının İncelikleri

Yer: Wonderland
Tarih: 2004 Sonbaharı
Konu: Gördün Mü Bak, Bizden Ötesi De Varmış!

Bazı oyuncular yeni rolü için kilo alır, bazıları da verir. Christian Bale gibi bir film için kilo alıp, diğeri için veren oyunculara artık daha sık rastlanıyor. Türkiye'de bu işlem genellikle sakal bırakmak üzerinden yapılır. Eğer basına yakalanırlarsa, "Görenleri hayrete düşürdü!" başlığıyla clickbait haberlere konu olurlar. En son yanılmıyorsam, Adrien Brody, Piyanist filmi için hayvan gibi kilo verdiğinde ciddili hayrete düşmüştüm. Böyle kısa bir sürede, adamın elde ettiği ciddi fiziksel değişiklikleri gösteren fotoğrafları internette tekrar tekrar görünce, Los Angeles - Beverly Hills civarındaki şaşaalı bir hayattan sonra, adamın kaybeden rolüne bürünmek istemesinin "aynı anda her şey olma" hırsıyla ilgili olabileceği gibi efsanelerötesi bir sonuca varmıştım. (Okunduğunda "olabilir lan aslında" hissi veren yanlış saptamalar yapmak konusunda çok iyiyim...)

Bir ortama durduk yere "Sperman" tişörtüyle girmenin günümüzde pek sağlıklı bir şaşırtma yöntemi olduğunu söyleyemeyeceğim. Ya da sığ bir örnek vermek gerekirse, bir iskeleden sığ sulara kafalama atlayan kürdonun bu hareketi sayesinde akşam Danimarkalı bir turist kızla sevişme olasılığı gittikçe azalıyor. Giyim tarzı ya da fiziksel özelliklerle etrafımızı şaşırtmak artık pek de mümkün değil. Bize gereken, şaşırtma amacı yokmuş gibi gözüken, olayların feci şekilde spontane gelişmiş gibi göründüğü, "gizli şaşırtmalardır". Adrien Brody gibi bir deri bir kemik kalacak değiliz tabi ama biraz zeka parıltısıyla her şey mümkün. Önemli olan, etrafta daha iyi "şaşırtabilen" birinin olmamasıdır.

Dershane sınıfının ilk aylarında, kişilik özelliklerimiz henüz sorun çıkaracak düzeyde gelişmediğinden, kalabalık bir topluluk olarak dolaşıyorduk. Yeni tanışılmış arkadaşlardan oluşan büyük gruplarda, insanın kendi hayatıyla ilgili ipuçları vermesinin en güzel yollarından biri de şaşırmaktır. Bizler de sürekli şaşırarak farklı özelliklerimizi birbirimize tanıtmaya çalışıyorduk. Mesela sekiz kişi yolda yürürken bir yavru kedi görürsek, aramızdan en az dört kişi, "Aaaaa!" diyerek şaşırıyor ve derhal gidip hayvanla temas kuruyordu. Ya da bir mekanda otururken çalmaya başlayan şarkıyla birlikte içimizden biri, "Aaaaa!" diyerek eliyle yukarıyı (hoparlör) gösteriyor ve "Bakın bu şarkıyı bilir ve accayip severim" anlamında neşeleniyordu. Tüm bu şaşırarak var olma hikayeleri içinde, benim toplu halde girilen bir kitapçıda raflara bakarken, "Aaaaa Yaşar Kemal!" diyerek, İnce Memed'i elime almam, belki de en reziliydi. (Kitapçıda bir kitabı görünce, sanki yazarın kendisini görmüş gibi şaşırmak, neresinden baksanız dünyadaki en samimiyetsiz şaşırmalardan biridir.) Sonuç olarak, hepimiz şaşırmak için sırasıyla debelenir bir haldeydik. Benim grup içinde hoşlandığım bir kız olduğu için sıklıkla ekstradan şaşırmam gerekebiliyordu. Hoşlandığım kızla sevgililik konumuna gelebilmek için mecburen kitapların dışında bir de yavru kedilere de şaşırmaya ve onları sevmeye de ayrıca özen gösteriyordum. Gelin görün ki kitap, kedi, kuşlar ve böcekler, vb gibi küçük ölçekli şaşırmalar, potansiyel bir aşkı başlatacak kuvvette değildi. İnsan şaşırttı mı Adrien Brody gibi büyük prodüksiyonla şaşırtmalı sevgili okuyan. Yoksa kitap okunur biter, kedi miyavlar gider, kuşlar uçar ve hayat akıp geçer.

Gruptaki Manisalı bir arkadaşımızın önerisiyle geldiğimiz bu canlı müzikli mekanın, yeni bir başlangıcı filizlendirebilecek bir yer olduğunu düşünüyordum. Müstakbel, gerçekten de güzel kızdı. Bizimki gibi yeni arkadaş olmuş geniş gruplarda, kimin kiminle sevgili olacağını kestiremezsiniz. Bir mekanda yaşanan anlık öpüşmeler, bir sabah ansızın dershaneye el ele gelmeler gibi şaşırtıcı temaslar, böyle türdeki grupların şanındandır. O akşamın gidişatına göre, Müstakbel'in aniden başlayabilecek muhtemel ilişkisi için en kuvvetli aday bendim. En önemli rakibim Manisalı gibi duruyordu ama onun gerek kedi şaşırmalarındaki yetersizliği, gerekse Bukowski'yle sınırlı kalmış kültürel düzeyi, ibreyi bana doğru çevirir gibiydi. (Müstakbel ve onun gibiler için tam tersinin etkileyici olduğunu anlamam, uzun bir süremi aldı) Sahnedeki grubu izlerken, Müstakbel'in diğer yanını mesken tutması beni kaygılandırmamıştı (Niyeyse?). Zaten bir süre sonra da ortalıktan kaybolmuştu.

Manisalı'nın gidişiyle, Müstakbel'in kahkahalarla eşlik ettiği bir muhabbet patlatmayı başarmıştım. Mekandaki desibelin artışı, kulak-dudak mesafesini azalttığından, kaçamak konuşur gibi birbirimize eğilerek konuşuyorduk. Sonuçta, baya bir eğleniyorduk. Sahnedeki grup yeni bir şarkıya başladığında Müstakbel, "Aaaaa!" dedi. Sahneye bakıyordu. Ben de baktım ve aynı tepkiyi vermek zorunda kaldım. Sahnedeki grubun vokalisti değişmişti. Manisalı, iki eliyle kavradığı mikrofonla nefis bir şarkı söylüyordu. Diziyle havaya attığı tekmenin ardından harika bir gitar solosu başladı. Sonra tüm grubu sahneye yakın bir yere çağırdı ve yavaş yavaş sahnenin yan kısmına doğru ilerlemeye başladık. İkinci sınıf bir Amerikan gençlik filminin finalden hemen önceki sahnesini yaşıyor gibiydik. Müstakbel'e baktım. Arkadaş grubunun diğer kızlarıyla birlikte şaşkınlığı yavaş yavaş hayranlığa dönüşüyordu. Tekrar Manisalı'ya baktım. Gitar solosunun bitiminde yavru köpek bakışıyla tekrar mikrofona yapışmıştı. Bir insan, devlet kütüphanelerindeki tüm kitaplara en az birer saat de şaşırsa ya da feministler gibi evini tamamen kediyle de doldursa, yine bu kadar ışıltılı bir performansa ulaşamaz, ey sevgili okuyan. İki şarkı daha söyleyip, mikrofonu grubun asıl vokalistine teslim ettikten sonra, "Eski arkadaşlar, arasıra takılıyoruz işte..." gibi cümlelerle oluşturduğu görkemi, kendi hayatının rutiniymiş gibi anlattı. O ana kadar, böyle spontane gelişiyormuş hissi veren sağlam bir şaşırtmaya denk gelmemiştim. Manisalı, bu akşam için "gizli şaşırtma" kavramının tüm ilmini seferber etmişti adeta. Yanımızdan sıradan biri gibi ayrılmış, fakat daha sonra canlı performansıyla, düşük bütçeli bir Freddie Mercury olarak geri dönmüştü. Müstakbel, "Seni sahnede görünce çok şaşırdım" dedi. İkinci sınıf Amerikan filmlerinden bildiğim kadarıyla bu şaşkınlık, sıradan finalin yaklaştığını haber veriyordu. Ertesi gün dershaneye el ele geldiklerinde niyeyse şaşırmayacaktım.

Yeni bir işyeri ve malum pandemi sebebiyle Mart ve Nisan ayı postlarını atlamış bulunmaktayım sevgili okuyan. Evde kalıyosunuz, iyi bakıyosunuz. Götü kollayın annem. Öperim.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...