8 Aralık 2019 Pazar

Sensiz Bir Hiçim Ben!

Tarih: 2005 yazı
Yer: Ege'nin Güzide Bir Yazlık Kasabası
Konu: Sensiz Bir Hiçim Ben!

Kavga esnasında ortam terk etmek, ortamın fiziki şartlarına göre, "çekip gitmek" (cafe-lounge), "kapıyı çarpıp çıkmak" (ev), "basıp gitmek" (piknik yeri, vs) ve favori seçeneğim olan, "telefonu duvara fırlatmak" gibi çeşitleri olan, kısa süreli ayrılık biçimleridir. Taraflardan biri, artık kontrol edemediği sinirini şöyle bir pışpışlamak için dışarı çıkarır. Dışarı çıkarılan sinire sigara içirmek, havadar yerse hava almak, manzara seyrettirmek ya da yüzünü yıkamak, yaygın davranış şekillerindendir. Fakat, insan bu tür davranışları her zaman gönül rahatlığıyla gerçekleştiremez. Mesela iki sevgili arasında oluşabilecek en sinematografik terk etme yöntemi olan, "Durdur arabayı! :(" tipi terkediş, pratik anlamda en başarısız olanlardan biridir. Arabanın kapısını hayvan gibi çarpıp giden bir kadın, bir süre sonra terk etmiş olduğu dört tekerli aletin kendisine usul usul yanaştığını görecek ve bir türlü terk edişini sonlandıramayacaktır. Burada ilginç olan şey, çiftin sahilde yarro bir mevzudan kavga etmeleri ve erkeğin anakaraya yürüyüp gitmek gibi bir şansı varken, denizi tercih ederek, "yüzüp gitmesi". Böyle bakıldığında, yaşananın aşk hikayesi değil de bir çeşit survival mücadelesi olduğunu söyleyebiliriz. Gecenin en "çağıran" saatlerinde yaşanan bu kavganın tam ortasında, kahramanımızın çekip gitmek için denizi tercih ederek müthiş bir freakshow'a kalkışması, yaşının henüz 17 olmasına yorulabilir. Üstelik aşkı, sevgiyi, tutkuyu, ihtiras ve şehveti abartılı hareketlerle göstermenin yeni yeni revaçta olduğu senelerden bahsediyoruz. Hani şu devrik cümlelerin şiirden sayıldığı ve sikko hüzünlere abanıp, dünyayı ve hayatı çözdüğünü sanmanın yeni yeni trend olduğu yıllar... 

"Bunu bana nası yapabildin?" diye bağırıp, ortamı terk etti. Bir anda tişörtünü ve ayakkabılarını çıkarıp denize yönelmesini açıklamak çok zor. Muhtemelen ortamı aniden terk etmesi anında yeterli etkiyi bırakamadığından olsa gerek. Gece denize girmek, ya gerçekten götü başı dağıtmış gençler arasında ya da geceyle gündüzü bile ayırt edemeyecek kadar uçmuş sarhoşlar arasında yaygındır. Henüz yeteri kadar çılgın ya da sarhoş değildi. Maalesef durduk yerde dram yaratmaya meyilli olan, "çılgın bir aşıktı". Ve daha vahim olanı, erkeksi ve maskülen bir sinir nöbeti(!) uğruna tehlikeli sularda yüzmeyi (ve böylelikle kenarda endişeli şekilde bekleyen sevgilisi telaşlanacak ve pişman olacaktı) göze alacak kadar da beyinsizdi. (doğal seçilim) İşte bu "deli" genç, arkasından "Dur!" denileceğini, kadınının gelip arkasından ayaklarına yapışacağını ve arkasına yapışmış kadınını sürükleye sürükleye o karanlık sulara gideceğini mi sanıyordu? "Dur!" diyen olmadı. Ayağı suya ilk değdiğinde (ki o su iddia edildiği gibi ılık da değildir) bünyesinde hasıl olan, "Hsktr" nidasını farketti. Suyun soğukluğu, onu biraz kendine getirmişti. (Aşkım, ırzını skiyim bu su çekip gidilecek gibi değil, kavgaya devam edelim mi?)

Ama artık geri dönüş yoktu. Kavga sahnesi bitiminde, deniz yürüyüş anındaki kararlılık, geri dönmesini engelleyecek kadar süslüydü. Suyun, erkeklein denize alışmadan önceki son uyarıyı aldıkları erojen kısma geldiğinde resmen pişman olmuştu. İlk giriş anındaki, "yabani ve seksi erkek" pozu, "seke seke ilerleyen bir Gollum" a dönüşmeden dalması gerekiyordu. Daldı. Agresif hareketlerle hemen su yüzüne çıktı. Dönmedi ve devam etti. Açıldıkça açıldı. O an, "Hayrola evlat, aşk acısı mı?" diyerek kendisini kayığına alan ermiş bir balıkçı ya da gizemli şekilde ortaya çıkıp kendisine yardım edebilecek Morgan Freeman'ın olduğu dev bir prodüksiyonu dahi saçma bulamayacak bir ruh hali içindeydi. Artık hayatta kalması ile ilgili düşünceler yavaş yavaş baskın hale gelince, hızını biraz azalttı. Ortada ne balıkçı, ne de Morgan Freeman vardı. Rotasını dubaya doğru çevirdi.

Soğuk su, vücudundaki harareti alınca, aşktan(!) dolayı yitirdiği IQ'su tekrar geri gelmişti. Suya ilk girdiği anda söylediği, "Bunu bana nasıl yapar?", yorgunluk arttıkça, "Bunu nasıl yaptım?" a evriliyordu. Bir süre sonra bu düşünce, bir kulaç daha atamayacak hale gelince, "Allahım bunu nası yaptım?" a evrildi. Dubaya ulaşmasına az bir mesafe kala, ayağına bir şey değince telaşa kapıldı. O, "Şey", kısa süre sonra bir daha dokununca korkudan yüzmeyi bıraktı. Gücü gittikçe tükeniyordu. Yorgunluktan kendini karanlık sulara ve o "Şey"e bırakmasına çok az kalmıştı. Aşk uğruna böyle mi ölünüyordu, acaba bu "saylanır" mıydı? "Gece yarısı dubaya yüzen genç, boğuldu" başlıklı üçüncü sayfa haberi geldi gözünün önüne. Evet, böyle bir haberin kesinlikle okuyanlara aşkı çağrıştırmayacağı belliydi. En fazla, "Yazık, yavrum ne işi varmış o saatte?" falan denilecekti. Şey, "Hop, müdür!" der gibi yeniden ayağına dokundu. Aniden bulunduğu ortamın, Şey'in mekanı ve yaşam alanı olduğu gerçeği kafasına dank etti. Şey, bir kere daha t.shak yapar gibi dokununca, karşılık vermek gerekiyormuş gibi suyun yüzeyine tokat (evet, tokat) attı. Yirmi dakika önce aşk(?) ile yanan bedenini, şu an büyük bir korku kaplamıştı. Sanki uçup gidecekmiş gibi ayaklarını yukarı çekti. Suda hareket etmezseniz, batarsınız. Battı. Sudan çıkışı, artık tam olarak Tek Yüzük'ü arayan bir Gollum'u andırıyordu. Sırtüstü yatarak yavaş yavaş yüzmeye devam etti. Dubanın merdivenine değdiğinde, yukarı çıkacak takati kalmamıştı. Ama Şey, bir kez daha (ve eskisinden daha hissedilir şekilde) yoklayınca, sanki alttan fırlatılmış gibi zıplayarak çıktı dubaya. Dubanın tam ortasında ayakta dikilip, korkulu gözlerle suya bakmaya başladı. Şey'in ise bu anlarda suyun yüzeyine batıp çıkan kamera efektiyle kahramanımızı izlediğini ve bir sonraki sefere mutlaka öldürmek üzere ortamdan ayrıldığını hayal etmenin, artık teen slasher'a dönüşmüş bu gençlik filmine yakışacağını düşünüyorum. Şey gitmiş olsa bile, kahramanımızın tekrar suya girmesi çok zor. Şey'in sese irkilip bir anda kafasını çevirmeyeceğini (acaba kafası var mıydı?) ve kahramanımızın ölümüyle sonuçlanacak bir sekansa dönüşmeyeceğini kim garanti edebilirdi?

Yaklaşık beş dakika kadar dubada bekledikten sonra karaya dönmekten başka çaresi olmadığını anlayan kahramanımız, suya atlayarak yüzmeye başladı. Yüzdükçe yorulacağına, sanki Şey arkasından habire dürtüyormuş gibi, "Hsktr... Hsktr..." diye diye gittikçe de hızlandı. Koşarak çıktı sudan. Karayı bulur bulmaz rahatlayıp kumlara serilmeyip, Şey sanki Cthulhu olabilirmiş gibi koşmaya devam etti. Ta ki, "Evriveydedaykeeeeen!" diye bağıran tiz bir ses duyana kadar. Ses, uzakta kendisine el sallayan sevgilisinin sesiydi. Korkudan nası dili g.tüne girdiyse artık, rotayı şaşırıp çapraz yüzmüştü. Sahilde Kenan Kalav - Banu Alkan parodisi gibi kavuşuncaya kadar koştular. Kavuşunca, kahramanımız tüm serseriliğiyle, "Yea, ayağımı bişey ısırdı galiba" dedi. Ay ışığının aydınlattığı sahilde, kahramanımızın vücudunda diş izi, kızarıklık ve şişlikler arandı. Kız, "Acıyor mu?" diye sordu. "Acı değil de yanma gibi böyle ya..." dedi kahramanımız. Kız endişeyle eğilerek muhtemel hasarlı bölgelere tedirgin bir bakış atıp, "Geçti mi peki?" diye sordu. Kahramanımız, gülümseyerek baktı kıza. Şey, bir kaç basit dokunuşuyla ilişkideki(!) tüm sorunları halledivermişti....

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...