26 Aralık 2015 Cumartesi

Yatağı Da Yorganı Da Açmayacaaaam

Tarih: 19 Aralık 2015
Yer: Çarşı Meydanı
Konu: Elf Kızı

"Nerde olursan ol, en çok beni seveceksin" yazmıştı, RT'ledim. Sonra da üzerine cevap mahiyetinde "Biliyor" yazdım. Gelen Kutusu'nda (1) işareti belirdi. Elf Kızı'ydı:

Elf Kızı: Nerde olursa olsun beni en çok sevecek olan o. Sen değil. Sen beni o kadar sevemezsin.

Ben: Hayır benim. Kendimden başka kimseyi de kabul etmiyorum. Seni sevseydi, başkasına gitmezdi.

E.K: Onu elde edecek, ama aklı hep bende kalacak. O yüzden hep beni sevecek, o kadar.

Bu mesajın üstüne bir müddet cevap göndermedim. Ama sonra tabii ki bişeyler yazıp, gönderdim. Ama bu konuyla pek ilgisi olmayan (ya da onu ilgilendirmeyen) bişey hakkındaydı. Makus talihimin, acaba tüm doğal değişkenlerden bağımsız bazı sebepleri olabilir miydi? Ufak çocuğa bir çay daha söyledim, ve sigara yaktım.


Tarih: 16 Mart 2003
Yer: Yine Çarşı Meydanı
Konu: Counter-Attack!

"Bir! İki! Üç!". Sesler yan taraftaki askerlik şube binasından geliyordu. Bir manga asker, bölge içindeki barfiks çubuklarına asılmışlardı. Durmadan barfiks çekiyorlardı. Başlarında dikilen omzu yıldızlı adamın gözleri, bu askerlerdeki olası bir başarısızlığı yakalamaya çalışıyordu. Askerlerden birisi, dayanamayıp yere indi. Kazanan asker, tebrikleri kabul ediyordu. O gün, askerlikle ilgili kafamda bazı şeyler filizlenir gibi olmuştu. Hayatımın en güzel zamanlarının başlangıcıydı. Lise-1'in ilk dönemini bitirmek üzereydim. Hala lise öğrencisi olduğuma inanamıyordum. Ergenliğin mevcut tüm salaklıklarını üzerimizde taşıyor, J-Lo ve o sıralarda yeni piyasaya çıkmış olan 50 Cent dinlemenin eşsiz bir konum kazandırdığını falan sanıyor, karşı cinsle etkileşimimiz içgüdüsel şekilde artıyordu. Bunu abartan bazı "fazla" gelişmiş kızlarımız, üniversiteli çocuklarla görüşmeye başlamışlardı. Lisede okumalarına rağmen, kimseyi kazımıyorlardı. Güneşin yavaş yavaş yüzünü göstermeye başladığı zamanlardı. Artık baharın sıcaklığı yavaş yavaş hissediliyor, okula sadece ceketle gidiyorduk. Bir akşam üzeri, eve dönerken geçtiğim izbe sokakta arkamdan duyulan kahkahalara dikkat kesildim. Dönüp baktığımda, üç kızın orada olduğunu gördüm. Bana bakarak, bişeyler konuşuyorlar, sonra eskisinden daha şiddetli şekilde gülüyorlardı. Sadece, biri, diğerlerinden daha sessizdi. Diğer ikisinin gülüşmelerine katılmıyor, susmakla yetiniyordu. O dönemde oturduğumuz evin caddesine bağlı olan başka bir caddedeki evin köpeğinin (tüm mahalleyi bıktırmasıyla ünlenmişti, sonrasında sahibi, köye göndermek zorunda kalmıştı) saldırısıyla, tüm bu düşüncelerden sıyrılıp, g.tü kurtarmak için var gücümle eve kadar koşmuştum. Kapıya kadar da takip etti itoğlu it. Öhm. Evde ise tipik kimlik bunalımları, okulda rezil olmamak gibi tuhaf ve saçma öncelikler, hayatımı sarmalamıştı. Yakın zamanda meydana gelen ufak bir deprem olayı sebebiyle (17 Ağustos değil tabii ki) bu eve taşınmıştık. Bir tür yol ayrımında gibiydim; artık çocukluğumda yaşadığım tüm şeyler, karışıp, birleşerek, "beni" meydana getirecekti. Yeni doğmuş yeğenimi fazlasıyla özlüyordum. Tüm günümü küçücük odamda müzik dinleyerek geçiriyor, okuldaki kitle içerisinde nasıl önemli olabilirim, bunları düşünüyordum. Hayatımın her alanında, "bir gruba dahil olamama, kendimi bir grubun parçası olarak hissedememe" şeysim devam ediyordu. Bu, ileriye dönük olabileceklerin teminatıydı. Sonraki zamanlarda da bu, böyle olacaktı. Tüm bu düşünceler içerisinde, ertesi gün ve ondan sonraki gün de arkamda patlayan kahkahaları duyamamıştım. Zar zor sonunu getirebildiğim matematik derslerinden (son iki dersti vay ki ne vay) çıkıp, eve doğru ağır ağır yürüyordum. Yürüdüğüm yolun kenarında, bir kız, oturmuş, elindeki telefonu kurcalıyordu. (Nokia 3310'un IPhone değerinde olduğu zamanlardı) Ben geçerken, kız beni durdurdu ve beni bir haftadır bu yolda gördüklerini, yanındaki arkadaşlarından birinin bana deli gibi aşık olduğunu ve arkadaşının yarın yine bu yolda beni görmek ve konuşmak istediğini söyledi. Yol anatemalı komedi film karakterleri gibiydim: Onca şeyin üstüne, bir de bu muydu yani? Hem daha "önemli" olabilecek şeyler zaten yeterince zordu. Bir de bununla mı uğraşacaktım? O an nasıl olduğunu bilmiyorum, (belki de dikkat etmediğim için kızın nasıl biri olduğunu merak etmiştim) "tamam" deyiverdim. Ertesi gün, o yola çıkana kadar, kızın kendisi dahi aklımdan çıkıp, gitmişti. Aşağı doğru inerken, (yıllar sonra, buz gibi bir havada o yolda Elf Kızı ile birlikte yürüyecektim, hatta o dayanamadığım saçları yanlışlıkla ağzıma girecekti.) yolun kenarında bir kızın utangaç şekilde bana doğru yaklaştığını gördüm. Bu, oydu. Elini uzattı: "Ben Figen." Elini sıktım. "Merhaba. Ben de Evriveydedayken." Bu kız, Ezgi Mola'nın 14 yaşındaki haline oldukça benziyordu: Lakin tavır ve hareketlerinden heyecanını anlayabiliyordum. Onun heyecanı, beni de panik etmişti. (Bazen üstün konumda olmak, daha rahatsız edicidir. Yetkiyi tamamen karşıya devredersin, daha az onurlu olmakla birlikte, herşeyi karşı tarafa yüklersin.) Kız, konuşamadı. Sonrasında;

-Seni akşamları bu yoldan gelirken görüyodum.

*Öyle mi, ben hiç farketmemiştim.

-Arkadaşlarımla gülüşürken bahsettiğimiz kişi sendin.

*Neyimden bahsediyodunuz ki? (ergen egosu)

-(utanarak) Senin çok tatlı olduğundan.

*(korkarak) Teşekkür ederim bu güzel sözlerin için.

-İhihi

* :/

Daha sonrasında kız, benimle daha "yakın" arkadaş olmak istediğini söyledi. O sıralar "evrimleşme" denilen şeyden bihaber olduğum için, kızı reddettim. Israr ettiğindeyse, "Bir başkasını seviyorum, hem de çok ciddiyiz, acayip ciddiyiz." deyip, onu yıldırmaya çalışmıştım. Kız, suratını düşürerek: (o an bir bebek sevimliliği yayılmıştı yüzüne) Seninle sadece arkadaş olacağım. Çok yakın dost olacağız." dediyse de, kızla vedalaşıp, doğruca eve gittim.

Okul, yaz tatiline girmişti. Artık, çömez değildim. Lise-2. sınıfa geçmiştim. (Biraz sıkıntılı olsa da) Çok yakın bir akrabamızın kızı, evleniyordu. Ailecek düğüne gidilecekti. Ama gündüzden, çarşıya çıkılması lazımdı. Düğün için yola çıkılacağı zaman, herkes evde toplandığında, şoku yaşayacaktım: Annem ve yengem, bir kızın çarşıdayken gelip, onlara isimleriyle hitap ettiğini ve ellerindekileri taşımalarına yardım ettiğini söylemişlerdi. Sonrasında kızın isminin Figen olduğunu söylediklerinde, kendimi tüm hesapları hacklenmiş Hollywood yıldızı gibi hissettim. Bununla da kalmayıp, kendisini anneme ve yengeme sevgilim olarak tanıtmış hayvan.

Sonbahar gelip, okul açıldığında, artık okula gitmek için aynı yolu kullanmıyordum. O kızla karşılaşma düşüncesi bile içimi kaldırıyordu. (İçi kalkmak) Caddenin kalabalık olduğu öğle vakitleri yaklaşırken, önü kalabalık bir dükkanın arasından uzanan bir kol, beni içeriye çekti: Figen'di. Ama bu sefer, değişik görünüyordu. Kendine biraz özen göstermeye çalıştığı belliydi. Beni, doğum gününe davet ediyordu. Herkes gittikten sonra da, ailesinin evde olmadığını ve bir müddet evde beraber "kalabileceğimizi" söylediğinde, feci şekilde tırsarak okula geciktiğimi, gelemeyeceğimi söyledim. Tam çıkarken koluma yapışarak, yalvaran ve "kal" diyen gözlerle ta gözbebeğimin içlerine kadar baktı. Daha pis tırsıp, sert bi şekilde kolumu çekince, derhal ısrar etmekten vazgeçti.

Son bombası (ve belki de en etkileyici olanı) uzaktan kuzenimle aynı liseye gittiği ortaya çıktı. Ve benden ona da bahseden beyin engelli kuzenim sayesinde, tekrar bana ulaşma şansı yakalamıştı. Bir gün, kuzenim, elinde bir kağıt parçasıyla çıkageldi. "Bunu sana Figen yazmış" deyip, kağıdı uzattı. Şu an mektubun içeriğini tam olarak tabii ki hatırlamıyorum, ama mektubun genel olarak anateması, korkunç bir nefret ve hasetlikti. Beddualarını sıralamıştı; "Sen benim canımı çok yaktın, bi gün sen de benim yaşadıklarımı yaşa! Umarım ömrün boyunca kimseyi bulamaz ve yalnız olursun!" yazmıştı. (Ünlem işareti de koymuştu, bu, mektubu daha da ilginç hale getirmişti.) Kesin ve kati şekilde tüm nefretini bu mektupla üzerime kusmuş, beddualarını ve tüm kötü niyet ve temennilerini bir bir sıralamıştı. Asıl taktığı, ömür boyu yalnız kalmamdı; tabii bu arada onun da kıymetini bilmem gerekiyordu. Salak ben, aptal ben! Nasıl olur da, Figen'i reddederim! Efsanevi bi aşk yaşıycaktık halbusi! 15 yaşında, hormonları ve duygularını zirvesine çıkmış bir kızın, böylesine yoğun ve kesin bir nefretle bunları yazdığını-söylediğini düşünün. Hele ki, mektubu yazarkenki ruh halini düşünmek bile istemiyorum. Varın siz hesap edin.

NOT: Figen, yıllar içerisinde, evrim geçirmedi, çok da güzelleşmedi. 3-4 sene kadar oluyor, galiba evlendi.

Kızlarla ilişkilerim, çok rezalet değil, ama istediğim gibi de değil.

Ve bunlarda bence Figen'in parmağı var!

Resimdeki kadın, Sylvia Ganush. Drag Me To Hell filmindeki korkunç cadı kadın. Ona istediği evi uygun fiyatla vermeyen emlakçı kızımıza dünyayı dar ediyor. Figen'i düşününce, aklıma ilk gelen, Ms.Ganush oldu.

Yazının başlığı da Hatice diye bi şarkıcının eski bir şarkısı. "Kapına da geliiiiip yatmayacaaam, yatağı da yorganı da açmayacaaaam, koluma da takacaam baak birinii, sen hasetinden çatlayacaaaan. Sözleri böyle. Beynin gereksiz çoğu şeyi böyle durumlarda hatırlamak, su yüzüne çıkarmak gibi şükela yetenekleri var. Bence çok da güzel iyi oldu, ehe.

Havalar soğuyo, g.tü kollayın annem.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...