20 Ocak 2016 Çarşamba

No Me Compare!

Tarih: 1996 Yazı
Yer: Değirmendere Sahil Çay Bahçesi
Konu: Gazoz(!)

Kıyıya vurup duran ufak dalgalar, kumların içinden süzülerek yükseliyordu. Müthiş güneşli ve sıcak bir gündü. Körfez'den geçen büyük yük gemisi, yeni yeni sefere başlayan (tüm Körfez sahilini dolaşıp geliyordu) vapura yol vermek için yavaşlamıştı. Bu arada, Astakoz adlı gemi de sahile yakın yerden hızlıca geçmekteydi. İmanına kadar müzik açıktı; çalan, Sibel Tüzün'ün (o zamanlarda gelecek vaadeden ve çok popüler bir şarkıcıydı) Ah Biz Kızlar (şak diye çocukluğumu hatırlatan bir şarkıdır) şarkısıydı. Gemiyi görmemle içimde tuhaf bir korku hasıl olmuştu: Astakoz adlı bu gemi, düğün, parti ve türlü cemiyetleri icra etmek için kullanılıyordu. Hatta Değirmendere - Gölcük civarlarında, bu gemide herhangi bir faaliyette bulunmak, hayvani bir elitizm alametiydi. Artık vaktin geldiğini düşünen ailem, malum uzvumun kesiliş töreni (halkın bunu neden ritüel haline getirdiği de ayrıca tartışma konusudur.) için ne yapsak, ne etsek diye düşünüyordu. En yüksek ihtimal de, bu gemide verilecek bir cemiyetti. Prensipte herşey hazırlanmış, ufak tefek şeyler kalmıştı. Tabii ki tüm bunların neden yapılacağı bana kesinlikle söylenmiyordu. Henüz 8 yaşındaydım ve sünnet ile ilgili bildiğim tek şey, benden önce sünnet olmuş çocukların anlattıklarıydı. Gemiyi gördüğüm anda tedirgin oluşum, masadakilerin gözünden kaçmamıştı: annem, halam ve yengem masadalardı. Babam, yandaki Koruk Restaurant'ın (17 Ağustos'ta trajik şekilde sulara gömülmeden önce Körfez'in en cincon mekanıydı) müdürü olduğu için garsonlarla meşguldü. Annem, yüzümdeki korkmuş ifadeyi görünce, yengeme "hassktr" diyen bir bakış attı. Yengemse "ehi ehi" diye gülmekle yetinmişti. Kolayı çok sevdiğim için, önümdeki bir şişe kolayı yavaş yavaş içiyordum. Yarısına bile gelmemiştim ki, masaya bir anda gelip oturdu: Masaya gelen, sarışın, çok sevimli (aynı zamanda çok da güzel) ve yaklaşık benden 3-4 yaş küçük olan bi kızdı. (İsmini hatırlamıyorum) Annesiyse, annemle gözgöze gelip onay alınca, kızımız, kendisinden daha büyük olan bi sandalyeyi zorlanarak çekmek istedi. Annem ve yengemse, ona yardımcı oldular. Sürekli kıza bakarak gülüyorlardı. Kızın elinde, gazoz vardı; bana sürekli sorular soruyordu ve masaya doğru eğilip, gözlerimin içine içine bakıyordu. Gerçekten çok tatlı ve sevimli bir kızdı. Annem, yengem ve halam, beni daha önce hiç görmemiş bu kızın nasıl da yabancı bir masaya bu kadar rahatça yanaşabildiği konusunda hayretle konuşuyorlardı. Kız, bana kumda oynamayı teklif etti. Benimse tüm zihnim, sünnet korkusuyla doluydu. En sonunda, onunla ilgilenmediğimi görünce (ilk odunluk) elimi çekerek, "hadi gel! ben 'kokoşumu' içtim, hadi!" demesiyle, yetişkinlerin kahkahayı basması bir olmuştu. Ağzını yayarak gazoza, "kokoş" demesi, yetişkinleri baya bi güldürmüştü. Bir müddet oynamaya çalıştık, ama ondaki bebekler, beni ilgilendirmiyordu; aynı şekilde, bendeki arabalar da onu ilgilendirmiyordu. (Yıllar sonra, oyuncaklar tam tersine değişecekti.) Ayrılırken, annem, kıza sarılarak, öptü. O da annemi çok sevmişti. (kayınvalide-gelin ilişkisi, hiç bu kadar sevimli hale gelmemişti) Sonra, kız beni yanağımdan öperek, koşup, annesinin elini tuttu. Giderken de bana el sallamayı ihmal etmemişti. Bilmesem de, hayatımdaki ilk flörtleşmem böyle olmuştu. Kız, öylesine güzel ve sevimli bir çocuktu ki, sonraları hala daha ailemizde güzel bir anı olarak hatırlanır.


Tarih: 16 Ocak 2016

Yer: Bir Köy
Konu: Anılara İstinaden Yapılan Çıkarımlar

Uyandım ve direkt olarak mutfağa gidip, kettle'a kahve suyu koydum. Su ısınırken, ne hikmetse, kahvaltı masasında Gazoz Kız, tekrar hatırlanmıştı. Annemse o gün kıza nasıl davrandığımı hatırlamış olacak ki, "Hayvan gibi davranmasan belki arkadaş olacaktınız" deyiverdi. (Arkadaş kelimesinin asıl anlamını biliyorsunuz) Yav ne arkadaşı felan dememe kalmadan, "Senin bulduğun o kızların hepsinden de daha güzel kız olmuştur o kız." cevabını alarak, sustum. Kayınvalide kimliğiyle konuşuyordu, ciddiydi, oğlu için gerekli "kıyası" yapmıştı, belki hoş değildi, ama herşey benim içindi; "küçük oğlu" için. Dışarı çıkarak, bir sigara yaktım. Gazoz Kız aklıma düşmüştü...

Yarım saat sonra Zayıf Adam gelip, bir sandalyeye oturdu. (Kendisi, babamların kuzenidir) Askerden dönüp de hala iş bulamadığım konusu üzerinden, seviyesiz bir muhabbet tutturmaya başladı. Yüzünde de "yanlış yola sapan aldanmışları" doğru yola sokup, onları aydınlığa kavuşturmaya çalışan insanlardaki yüz ifadesi vardı. (kendisi oldukça eski ve kalın kafalı bi adamdır) Bir diğer akrabamızın oğlu olan Falçata (adı bu olsun) hakkında konuşuyordu. Falçata ise, her türlü boka bulaşmış, eğitimsiz, dik kafalı klasik bir Türk genciydi. Zayıf'ın konuşmaları ve tavırları öyle bir hale gelmişti ki, bunun direkt şahsıma yapılan bir "laf sokma oturumu" olduğunu anlamam gecikmedi. (Kırsalda yaşayan yaşlı insanların, gençleri itin götüne sokmak gibi pis bi huyları vardır) Sessizce kahvemi yudumlayıp, doğru zamanı bekliyordum artık. Direkt olarak, "Falçata yapıyor, sen neden yapmıyorsun" sığlığına ulaşmıştı artık. Babam ve annemse, saygıdan ötürü bir şey söylemekten imtina ediyordu. (Abhaz ve Çerkezlerdeki saygı kavramı) Tepki vermememle birlikte, bir diğer örnek ile devam etti: Tanıdığının oğlu. (Tanıdık oğulları, efsanevi yaratıklardır; Daima sülale haber kanallarını işgal ederler.) Babasının onu nasıl zorla sanayide işe soktuğunu anlatıyordu. Önümüzdeki sene de oğlumuza uygun bir kız "bakılacağından" bahsetti. (Kadını metalaştıran feodal ataerkil zihniyeti) Yaklaşık olarak, bu çocuğun da, Falçata ile oldukça benzer yanları olduğunu farkettim. Yine ses etmeden kahvemi bitirdim. Zayıf'ın rahat bir ifadesi vardı. (Saygıdan kimsenin ona cevap veremeyeceğini bilen ifade) Bi kız yeğeni vardı; 25-26 yaşlarında, memurdu. Onunla çok övünüyordu. Sinsi şekilde gülümsedim ve bir başka akrabanın kızından (O da Zayıf'ın yeğeniyle aynı yaştaydı) bahsetmeye başladım: Hayat görüşünden, yaptıklarından, nasıl da karakterli bir kız olduğundan söz edip durdum. (Aslında kesinlikle öyle değildi) Sonra da Zayıf'ın yeğeninin başarısızlıkları ve geçmişte yaşadıkları (bu çevrelerde sicili çok kabarıktı) hakkında ciddi ve yargılayıcı ses tonumla konuşmaya devam ettim. Zayıf, bu kontratak karşısında şaşırmıştı. (Böyle insanları, ancak onların silahıyla savuşturabilirsiniz) Meramımı açık ve düzgün şekilde ifade edip, konuyu değiştirmeye çalıştım. (düzgün ses tonu ve diksiyon, insanları, sizin doğruyu söylediğinize dair ikna edebilir) Saldırıyı yumuşatamayan Zayıf, sessizce kalkıp, gitti.

*İnsanların kar tanesi gibi eşsiz olduğunu söylemeye gerek yok herhalde, kimse kimseyle kıyas edilemez; kötüdür, eşşektir, tudur, kakadır kıyas yapmak.

*Zayıf Adam, ben etraftayken eve gelmek istemiyor.

*Köyde yaşamak zordur.

*Örneğin matematikte Ahmet'ten iyisinizdir. Ama Ahmet, edebiyatta elinize verecek kadar üstün olabilir. Hüseyin'in sosyal becerileri de, Hasan'a göre daha iyidir. Lakin, Hasan'ın yaratıcılğı da, Hüseyin'i öttürebilir. 

*Gazoz Kız'ı o günden sonra bir daha görmedim. Sonrası, biliyorsunuz, deprem falan. Umarım hayatta kalmıştır. Eğer ola ki depremde hayatını kaybettiyse, hatırlanıyor! Bir kişi tarafından da olsa, "Gazoz Kız" da olsa adı, hatırlanıyor! 

*Eğer hayatta kaldıysa, inanılmaz güzellikte ve kalbimi gerçekten çalıp, beni salağa çevirebilecek masumiyette bir kız olduğuna yürekten eminim.

*Çocukluğumu geri getiren o şarkı olmazsa olmaz efenim, buyursunlar:

*Havalar yine soğudu annem. G.tü kollayın.


Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...