19 Mayıs 2016 Perşembe

Crisis From The Deep

Sahilde her akşam oturduğum banka doğru yürürken, acı bir motor sesinin üzerime yaklaştığını farkettim. Kenara doğru seğirtmeseydim, gecem pek de huzurlu(!) bitmeyecekti. (En fazla başımda dikilen hemşirenin göğüs çatalına falan bakabilirdim) Pilot olmuş iki atarlı ve giderli (bu kelimenin günümüz jargonundan derhal çıkmasını tüm kalbimle diliyorum) kardeşimizin sahildeki dişi insan populasyonunun dikkatini çekmek amaçlı yaptığı driftçilik oyununun piyonu olmaktan son anda kurtulmuştum. İçimden çok ağır sözler sarfederek, her akşam oturduğum banka doğru yöneldim. Buraya gelip yaptığım tek şey, gelip, manzarayı izlemek. Bu sahilin, gerçekten çok, ama çok güzel bir manzarası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Normalde hayvan gibi içtiğim için, manzaranın yanında alkol, ruhumun iyice çürümüş kısımlarını hissetmememi sağlıyordu, ama bu akşam alkol içmeyecektim. Sigaramı yaktım ve manzarayı izlemeye başladım. Sahil kordonunda, yine bu driftçi arkadaşların arabalarındaki müzikler, cafelerdeki insanların sentetik kahkahaları, balkonlardan gelen okey taşı sesleri, yandaki çimenlikte biralayan (biraz utangaç) gençlerin ağaçların altında yakınlaşma çabaları, sahibi onu yürüyüşe çıkardığı için minnetini ona havlayarak gösteren bakımlı çin aslanının havlamaları... Tüm bu sesler, aslında ahenkliydi; hatta tarifi kolay olmayan bir sessizlik ve huzur da duyuluyordu. Şirin ve güzel bir sahil kasabasındaki sıradan bir geceydi.

Sahilde manzaraya karşı yalnız oturan insan klişesidir: Kendimi düşündüm o an; neydim, kimdim ve ne olacaktım gibi sorulardı bunlar. Herhangi bi konu hakkında düşünmeyi çok sevmişimdir. Düşünmenin kendisini çok sevmişimdir. Ezelden beri, hayata dair çoğu konunun aslında neden "böyle" olduğuna dair düşünmüşlüğüm vardır. Durun, biri geliyor. Genç bir çocuk bu. Önümden hızlı adımlarla geçiyor. Sinirli. Çok sinirli. Sebebi, muhtemelen az önce birarada oturduğu arkadaş grubunda, hoşuna gitmeyen bazı olaylar silsilesi. Sorunun ne olduğunu grubun kalanı da, kendi de iyi biliyormuş gibi görünüyor. Çocuğun geride bıraktığı gruptan, endişeli bayan seslerinin yükselmesiyle, problem açığa çıkıyor: Gencimiz, muhtemelen hoşlandığı kızdan yüz bulamadı, veya kız, en yakın arkadaşlarından biriyle giderek mesafe kapatıyor. Alkolün de etkisi ile, yerdeki bira kutusuna tekmeyi basıveriyor. Yuvarlanan kutu, yerden havalanarak, kenardaki çalıların arasına giriyor. Alkol, mevcut durumdaki duyguları, neredeyse %500 arttıran bazı etkilere sahiptir. Kızlar, sevdiklerine lanet edip, salya sümük ağlamayı tercih ederken, (bazı durumlarda erkekler de bunu yapıyor) erkekler, toplumdaki asayişi bozmak, böğürmek, ağız dolusu küfür etmek gibi bazı davranışları, eski sevgililerini arayarak veya iletişerek sonlandırırlar. Tüm bu sürecin başlangıcından bitişine kadarki saçmalık ve mantıksızlığın açıklamasını, sorsanız dahi, hiçbir erkek yapamayacaktır. (Ben de dahil.) Bu yaklaşık olarak, "alkol almak" eyleminin tutarlı (veya tutarsız) herhangi bi'şeye dayandırılmasından geliyor. "Bir erkek, eğer içiyorsa, bunun arkasında çok önemli bir sebep vardır ve herkes buna saygı gösterip, dikkatini vermelidir!" gibi bir düşünce tarzı oluşuyor. Bu düşüncenin, yalnızca alkollüyken mantıklı gelmesini de bilim açıklasın.

Çocuğa gerçekten üzüldüm. Geçmişte buna benzer çok olay yaşadığım için, kendimi çocuğun yerine koydum. Bir anda, çocuğun üzüntüsünü yaşamaya başladığımı farkettim. "Noluyo lan?" deyip, ayağa kalktım. Böyle bir durumda, hiç tanımadığım bu çocuğa karşı empatiyi fazla kaçırmıştım. (Empati olayına yatkın olup, yine de insanlarla iletişimimin rezalet olması.) Yengeç burcuna mensup bir meczup* olarak, hüzünlü ve dramatik olayların üzüntüsünü yaşayabilmek gibi saçmasapan, manyakça ve pek de hoş olmayan bir özelliğe sahibim. Bahsettiğim bu düşünme seansları sırasında da olmadık senaryolar üreten ve zamanla buna inanan şizofrenik bedenim, iyi başlayan nice güzel akşamları çöküntüye çevirmiştir hep. Tekrar oturup, bir sigara yaktım. Yine bazı şeyler geliyordu zihnime; bu çocuğu, üzgün ve sinirli şekilde bulunduğu ortamdan uzaklaşmak zorunda bırakan şey neydi? Ya da neden, "böyleydi?". Herşeyin beklediğimiz gibi gelişmesini beklemek, aptallıktır tabii, ama en azından, hayat içerisinde gelişen bu gibi durumlarda, bu olaylara neyin, veya kimlerin ne sebeple yol açtıklarını sorgulamak (bazen kurcalamak) gibi tuhaf huylarım var maalesef. İşin ilginci, kendi içinde tutarlı bazı sonuçlara ulaşamadığım takdirde, bir sosyolog (bazen psikolog) edasıyla benzer durumları daha da kurcalamam bonusu. Ayrıca, bi' şekilde aklımda yer etmiş bu düşünceyi, tutarlı ve geçerli bir çözümleme ile geçiştiremezsem, durum kaotikleşmeye başlıyor: Evet, aklımı yitirmenin eşiğindeyim.

Çocuğu geri çevirip, olan biteni bana tüm açıklılığıyla anlatmasını çok istediğimi hatırlıyorum. Arkasından gidip, "kardeş, ben senin gibi adamı alır, evimde beslerim lan" deyip, karşıma oturup, tüm bunları anlatmasını istemiştim. Çocuğun anlattıklarına istinaden, ona bu buhranlı zamanından kurtulması için manevi destek olmayı istemiştim. Takdir edersiniz ki, bu manyakça olduğu kadar, kötü de bir fikir olurdu. Sigarayı içerken, çocuğun, yanda eğlencesine devam eden gruptaki konumunu, insanlarla iletişimini ve amaçladığı bazı şeyleri düşünmeye başladım. Aklımda, Arthur Schopenhauer'in Aşkın Metafiziği adlı kitabı parıldamıştı. Kafamda gezinen buna benzer (insanlararası-kadın-erkek ilişkileri vb) şeylerin çözümü, daha da belirginleşmişti. Çözüm, açıktı:

1-Doğanın bir ilüzyon olarak, insan bedenine yerleştirdiği yoğun cinsel çekime, biz postmodern böcükleri olarak "aşk" diyoruz. Esas adamımız, hoşlandığı bu kızla meydana getirebileceği üçüncü bir bireyin, insan türü için en ideal varlık olacağı sanrısına kapılmış.

2-Kızımız ise, ayda bir defa yumurtlayabildiği için, (haliyle) haddinden fazla ince eleyip, sık dokumak zorunda. Bazıları içgdüsüel, bazıları da kendi üretimi olan bazı kriterleri var, bu kriterlere uygun olan er kişiyle birlikte olup, çocuklar meydana getirecek. Onun umduğu da bu.

3-Esas oğlanımız, esas kızın sahip olduğu kadınsılık oranında erkeksiliğe sahip olmak zorunda. Görünüşe göre, bunu başaramamış. Esas oğlanın diğer arkadaşı olan çocuk ise, mevcut şartlar altında, bunu karşılayabilen biri. Kız da onu tercih etmiş.

4-Doğanın tür bilincini içine yerleştirdiği esas oğlanımız, belki tüm bu uyarıcı etkenlerden tümüyle arınmış olsa, silkelenip, "ben ne bok yedim?" diyecek. Ama diyemiyor. Call of nature, ahah. (Burda gülmemem gerekiyodu, tekrar ağzıma sıçıyım.)

5-Çocuk, kızın farkında olmadan yaptığı bazı incelemeler sonucunda, yetersiz bulundu; çocuk da bunu farketti. Çocuk, sadece reddedilmeyi kaldırabilirdi; ama hoşlandığı dişinin, en yakın arkadaşıyla mesafe kapatması, kolay kolay yenilip, yutulacak şey değil. (Burada, insan türünün geliştirdiği karmaşık ilişkilerin etkisi hakim.)

6-Günümüz toplumunda, insanların hayatında bir sevgilisinin olmasının o insanları statü açısından yükselttiği düşünülür. Bu illüzyon, nice koç yiğitlerin, nice hanım kızların hayatlarında gerçekten zor zamanlar olarak kendini göstermiştir. Esas oğlanın yaptığı girişim, sonuçsuz kaldı; dolayısıyla sevgilisi üzerinden toplumda saygı(?) göremeyecek. (Sevgili bulması, esas oğlanın sosyal açıdan ideal ve yeterli biri olması gibi bir ayrı kolu da var.)

7-Yine günümüz insanının sadece egosunun ve (çok afedersiniz) sikinin keyfine göre uydurduğu bazı yapay kurallara dört elle sarılması gerçeği de var. Çocuğun üzgün şekilde ayrılmasında bunun da etkisi yadsınamaz.

İyi bakın annem.

*Bu söz, hoşuma gitti gerçekten.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...