2 Ocak 2017 Pazartesi

A Xmas Carol

Tarih: 31.12.2016
Yer: Times Square Garden
Konu: Jingle Bells

"Ya bak kızım! Anlatamıyorum galiba, sen hayal görüyosun! O çocuk benden falan değil, artık kiminle ne yaptıysan bilmiyorum, bana boş yapma... yav sus tamam, kapat telefonu kapat! Ya bak... Hala konuşuyo ya, ya kapat tamam siktir git... Kapa lan telefonu!"

Mekanın içinde oldukça yüksek sesle ve bariz bir tonlamayla çıkan bu kelimeler, toplumun kanayan yarası olan bozuk ve genç bir zihniyetten çıkmaktaydı. "Gayrimeşru çocuk" gibi, toplumda oldukça yüz kızartıcı sayılabilecek bir konuyu, halka açık bir yerde, hem de böyle yüksek tonajda söylemek, çok ağır bir ergenlik ve cehalet emaresidir. Kafamı çevirdiğimde, diğer insanların da bu arkadaşa aynı şekilde baktığını gördüm. Genç kardeşimiz, aradığı ilgiyi bulduğuna anlık da olsa sevinmişti. Ama bakışların yargılayıcılığı ve ayıplayıcılığı (toplum bilincinin etkisi) hoşuna gitmemişti. Önüme dönüp, tabağımdaki nugget'lardan birini ağzıma attım.

Yılbaşı akşamı, niyeyse insanlarda tuhaf şekilde farklı bişeyler yapmak isteği hasıl olur: Dışarı çıkmak, içki içmek, çılgınca eğlenmek, müzik ve aykırı sayılabilecek ne varsa yapmak, vs gibi. Sosyal medya hedesiyle doğrudan bağlantılı bi durum bu da. Mümkün mertebe, "satılabilecek bir hayat, imrenilecek anılar, iyi bir hayat yaşandığına dair ciddi, bazen de abartı öğeler" ile dolu şeyler yapıp, bunu afişe etmek. Dalga dalga yayılmış bu illüzyon ve peşinden gelen saçmalıkların sebebinin bu kadar basit olması biraz da hoşuma gidiyor, yalan değil.

Zaman zaman, diğer insanlar gibi yaşamıma dair bazı şeyleri sosyal medya yoluyla "satmak" fikri, bana da güzelmiş gibi geliyor, bu doğru. Ama ilk birkaç dakikadan sonra, bundan vazgeçiyorum. İllaki bir şey paylaşmak istiyorsam da, ilgili fotoğraf veya videonun mantıklı (evet, mantıklı) olup olmadığını, objektif şekilde bakarak anlamaya çalışıyorum. Yılbaşı akşamı için hiçbir planım yok. Düşüncem, eve gidip, arka arkaya iki korku filmi izlemek (çok sevdiğim bir olaydır). Filmlerimi de seçmiştim: The Conjuring 2 ve Autopsy of Jane Doe. Kahvemi bitirmeme yakın, telefonum çaldı. Heyecanlı bir ses, "Sarıııı, bak ayarlamışlar herşeyi, mutlaka bekliyoruz bak, kesin geliyosun!" deyiverdi. Arayan, "Kırmızı operatör" zamanlarımdan bir iş arkadaşımdı. Kızıl saçlıydı; (Kızıl diyelim ona biz) yaptığı bazı tercihlerden ötürü, pek iyi bir "sicile" sahip değildi. "Ayarlamışlar" daki kastedilen, kardeşi ve kardeşinin kocasıydı. Daha öncesinden sözleşilmişti güya, duruma göre geleceğimi söylemiştim. (Çok da gitmek istememek) Çok da iyi tanımadığım insanların yanına gidip, içki içmek ve sarhoş olmak fikri, (alkolün çözücü etkisi, vs) pek de hoşuma gitmiyordu. Daha önce Kızıl ile konuşmalarımız esnasında, kardeşinin ve kocasının, "gelirken bira da getirsin, bira da." minvalinde bişeyler söylediğini de duymuştum. Tam olarak yukarıdaki cümleyi kurabilecek bi insan, kimin gelip gittiğini önemsemez; gelmesi gereken şey, daha fazla alkoldür. (İt, puşt, sapık, hapçı veya şerefsiz olmanız önemli değil, alkol getirdikçe bu insanların evine girebiliyorsunuz.) Telefonda kıvırmayı denedim; yalan yok. Sonradan alkole para vermeyeceğim ve dışarıya değilse bile, "kendi kendime" satabileceğim bir akşam geçirmek gibi "mini çakal" bir düşünce içimde hasıl oldu. Wonderland gibi muhafazakar bir yerde, böyle ortamlar fazla oluşmuyordu. Kabul ettim. Hesabı ödeyip, eve doğru yola çıktım. Çıkmadan önce, eskiden pek sevdiğim, şimdilerde pek de o kadar sevmediğim bir arkadaşımı aradım. Sözlenecekti. Ona borç vermiştim. "Normalde eşeğin skini veririm sana, ama bak evleniyon, bi kere olur, hayırlı iş hem de." altmetniyle biriktirdiğim 50 doları vermiştim. Sanırım bu yaklaşımım işe yaramış olacak ki, geri verdi, sağolsun. Daha forex yapılacak o parayla, forex. Öhm.

Eve gidip, çok da özenli olmayacak şekilde üzerimi değiştim. İlgili eve, beni Kızıl götürecekti. Yukarıya çıkana kadar, buzlu yolda yaptığım akrobasi ve heyecanı uzun süre yaşamamıştım. Kızıl geldi ve yürürken küçük dozda dedikodu (hepiniz yapıyosunuz der, kendimi de temize çıkarırım) yaparak, marketten cips aldık. Ev, inşaatı yeni bitmiş (yaptırıldığı belliydi) bir binadaydı. İçeriye girdiğimizde, evde kimse yoktu. "Neredeler?" diye sorduğumda, Kızıl, dışarda olduklarını, birazdan geleceklerini söylemişlerdi. Evin içi, tipik genç çift evi gibi dekore edilmişti, koltuklar mor renkteydi, bir de yılbaşı ağacı bulunuyordu. Bekleyiş sona erdi ve içeri girdiler. Anlatıyorum:

1- Kızıl: Ön bilgi haricinde, balıketi bir arkadaş bu. Erkek kısmıyla çok rahat ve geniş takılabildiği için talibi çok fazla. Hafifmeşrep, ama genel olarak eğlenceli ve biraz saf bir hatun. Tüm yaşadığı kötü olayların sorumluluğunu başkalarına yüklüyor. "Neden?" diye sorguluyor, ama "ben nerde sıçıyorum acaba da böyle oluyo?" diye sorgulamıyor. Çevresinde kendisine yürümeyen tek erkek ben olduğum için, bana oldukça güveniyor. Haklı da.

2-Kızıl'ın Kardeşi: Çakma bir sarışın ve Aslan burcu bu arkadaş. Gözleri çok fırıldak. Hareketli ve hiperaktif. Çok konuşuyor. Kendince biraz "piç" bir hatun olduğunu sanıyor, ama öyle değil. Kızıl'dan yaşça küçük. Bir çocuğu var. Tip olarak kesinlikle bayan kuaföründe çalıştığını düşünebilirsiniz. Ne iş yaptığını bilmiyorum, umrumda da değil.

3-Kızıl'ın Kardeşinin Kocası: Oldukça uzun boylu. Saç kesiminden aklının bir kısmını halen lisede bıraktığından şüphe etmekteyim. Rahat ve ciddi (evet, kesinlikle böyle) biri. Çok da zeki değil, zaten bunu da dert ediyor gibi görünmüyor. Fabrikada ağır bir işte çalışıyor bu kardeşimiz de.

4-Türbanlı Ufaklık: Muhtemelen K.K.K'nın kız kardeşi. Evden dışarı adımını dahi atamıyor normalde, ama yılbaşı akşamı olduğu için, büyükleri ona izin verdi, çılgınca kopacak. Çok heyecanlı. Fazla da konuşmak istemiyor.

Her şey, K.K'nın "Aa, sen naaptın kie saçlarına?" demesiyle başladı. (Saçlarımın dökülmesi hızlandığında, usturaya vurdururum ve dökülme durur.) "ehi mehi yaptık işte öyle bişeyler" deyip, geçiştirdim (evli ve genç hatunlarla konuşurken birazcık gerilmek). K.K'nın (Fırıldak diyelim mi ona?) biraz fırıldak bir hatun olması, beni birazcık daha germişti. Kocası içeriye girer girmez, beni potansiyel bir tehdit olarak algılamaması için, biraz muhabbet etmeye çalıştım kendisiyle. Bunda da başarılı oldum. Geçen dakikalarda, Fırıldak'ın bana ince ince laf sokmaya çabalaması, benim de ona karşılık vermem ile, yavaş yavaş ortamımız, bir freakshow'a evriliyordu. Fırıldak, ilginç şekilde yanımda oturan kocasına inanılmaz sevgi gösterileri düzenlemekteydi. Zaten müsait olan ortam, iyice seviyesizleşmeye başlamıştı. Fırıldak'ın saniyenin bilmemkaçta biri kadar kısa sürelerde şahsıma attığı bakışlar ve ardından kocasına gösterdiği abartı ilgi, tek bişeye işaretti: Kocası dahi öyle düşünmemesine rağmen, kendisi, beni tehdit olarak algılamıştı. Bana sürekli laf sokma çabasından, zihnindeki "INTRUDERS!! WARN THE OTHERS!!" uyarılarını duyar gibi olmuştum neredeyse. Yine aklımı ve zekamı kullanarak, bana yaptığı tüm atakları göğsümde yumuşatıp, ona tekrar geri iade ettim. Baskın karakterli hatunlar, zeka belirtisi gösteren adamı niyeyse tehdit olarak algılar. Kendilerini o adama rakip görüp, onu da susturup, üzerinde egemenlik kurmak için ellerinden geleni yaparlar. Er kişi malsa, hatunun oyununa gelip, asabiyete vurur. Benim sukunetim karşısında, sevgili Fırıldak, tehdidin düşündüğünden daha büyük olduğuna kanaat getirdi. Artık, bir gözü ve bir kulağı bendeydi; bir açığımı bulduğu anda lafı yapıştıracaktı. Birkaç defa denedi de. Göt kadar odanın içinde çiftetelli, üç ayak ve bilumum oyun havaları eşliğinde, sevgili Fırıldak, hünerlerini gösteriyordu. Bu sırada, Kızıl'a ve Türbanlı'ya yapışıyor, oynamalarını istiyordu. Yerine oturduğunda, "Yea bi tek ben mi eğleniyorum bu akşam yea?" diyordu. Bulunduğumuz ortam, herhangi bir mağduriyet konusu içermediği için, Kızıl, kuruyemiş yiyip, Fırıldak ve benim aramdaki muhabbete seyirci oluyor, fazla konuşmuyordu. Herkesin keyfi yerinde gibiydi; ama kişilikler savaşa başlamıştı bi kere.

Cahil ama özgüvenli insanın en trajikomik yönü de şudur: Karşısındaki insana, yükselmiş egosundan ötürü laf sokacak cesareti muazzamdır; gelin görün ki, o aklından geçen şeyleri tam olarak telaffuz edecek kelimeleri bilmemektedir. Aklından milyon tane şey geçer, ama bunu size söyleyemediği için yüzünüze wcde sıçarkenki yüz ifadesine benzeyen bir ifadeyle bakar. O ifade, ilgili kişinin o esnada beynine overload yaptığını gösterir.

Yeni yıla büyük büyük anlamlar yüklemediğim için, nasılsa öyleydi açıkçası. Bişey dilemedim, bişey de beklemiyorum zaten.

Alkolü içtik. Elimdeki kajuyu havaya atıp ağzımla yakalayarak yedim. (Bunu yaparken kendimden çok emindim ve çok spontaneydi) Fırıldak, alkolün etkisiyle ayağa kalkıp, tekrar o dayanılmaz dans figürlerini sergilemeye çalışırken, kocası da vakur bir ifadeyle, "ehi mehi" diyerek ona bakıyordu. Fırıldak da bir fıstık aldı ve havaya atıp, aynı benim gibi yakalamaya çalışınca, gerisin geriye lönk diye düştü. İşin kötüsü, götünün üstüne düştüğü için, oldukça canı yanmış olmalıydı. Halının üzerindeki o halini görünce, bünyemdeki alkole rağmen, "benim burda ne işim var?" sorusunu sormaya başlamıştım kendime. Sirk ise devam ediyordu. Biraz nefes almak için wcye gittim.

Döndüğümde, Fırıldak ve kocası, yatmaya gitmişlerdi. Kızıl ise, soğuk havada beni eve göndermek istememiş, ayrı bir odada yatak açmıştı. Bir an önce gitmek istesem de, uykum buna müsade etmedi. Aslında soğuk hava iyi gelebilirdi, ama sarhoş kafayla o buzlu zeminde yürümek akıl karı değildi. Benim için hazırlanan odaya geçtim ve yattım. Alkolü biraz kaçırmış olmalıyım ki, uyuyamadım.

Çoğu kişi, içtikten sonra kusan insanı "götüyle içmekle" suçlar. Akşamcı olduğunu bildiğim çoğu büyüğümün wcde saatlerini harcadığını bilirim. Ayrıca, son ayrıldığım kızın katı kuralları(!) nedeniyle, 3 aydır içki içmemiş köpek bedenim, bir anda overload yapmıştı. İçkiliyseniz, yatmışsanız ve uyuyamıyorsanız, kusmanız gerekir. Öyle gibi değilseniz bile, kendinizi zorlayın. Yoksa, sikseniz uyuyamazsınız. Nasıl yapıcam diye soracak olursanız, serçe parmağınızla küçük dilinize doğru yapacağınız tacizkar dokunuşlar çok etkili olacaktır. Camdan dışarıya, yediğim tüm kuruyemişleri çıkardım ve sonunda yatağa yattım. Nasıl uyuduğumu ben de bilmiyorum.

Sabah ağır şekilde beyin amcıklaması geçirerek uyandım. (Daha doğrusu uyanmak zorunda hissettim.) Tanımadığım insanların evindeydim, evde hatunlar var ve arka odada bekar bir ayyaş olarak, pek de hoş bir konumda olmadığımı söyleyebilirim. Uyanıp, sessizce gidecekken, Fırıldak'ın arkamdan gelip, "nereye gidiyosun?" diye seslenmesiyle, geri dönmek zorunda kaldım. Yemek hazırlayacaktı, ama istemedim. Bir bardak çay içtim sadece. Fırıldak da, markete gitmişti. Kızıl, sofra kuruyordu. K.K.K da olay yerine geldi ve herkes yemeye başladı. Şuurum kapandığı için, Fırıldak'ın hala devam eden ataklarına karşı tepkisizdim. Tepkisiz olmamla bile dalga geçmeye çalışıyordu, ona da tepkisizdim. Uykusuzdum çünkü. En sonunda Kızıl'la beraber evden çıkmak için kalkmıştık. Herkesin odadan çıktığı bir anda, Fırıldak, ayağa kalktı ve "Sen normalde içiyodun di mi?" dedi. Boş boş tv ekranına bakarak "Hee" dedim. "Hee belli belli ahahayt." diye gülerek şuh bir bakış attı. Kafamı çevirdim. Camın dibindeki pisliği görmüştü. O an en son umursayacağım şey, Fırıldak'ın alay konusu olmaktı. Sadece eve gidip, kendi yatağımda normalleşene kadar uyumayı istiyordum. Kalktık, gittik. Kapıda da Fırıldak laflarına devam etti, "hee hee" diyerek geçiştirdim. Çıkıp bi taksi çevirdik. Takside, Kızıl, "Ya Fırıldak böyledir, herkese yapmaz, o anlayabilecek kişilere yapar bunuu" dedi. "Anlayabilecek kişi" derken, zorlama bir samimiyetten bahsediliyordu tabii ki de. "Çok da yapmasın ama ya." dedim. Kızıl vedalaşıp, arabadan indi. Ben de eve gider gitmez, önce ailemi gördüm. Sonra da yatağa çöküp, o gün uyanmadım. Yılbaşında ciddi anlamda mutlandığım zamanlar da buydu.

Uyanınca, The Conjuring 2 ve Autopsy of Jane Doe filmlerini izledim ve geçen gece neden evde kalmadığımı düşünüp, kendime hakaretler ettim. Zira, yatağın içinde izlediğim filmlerden aldığım hazzın milyonda birini, yukarıda anlattığım olaylardan alamamıştım.

Sosyal medyada müthiş şekilde ışıltılı ve büyüleyici gibi görünen fotoğraflara ve videolara inanmayın. Orda sandığınız gibi süper bi eğlence dönmüyor. En azından Türkiye'de dönmüyor, onu bi bilin. Ne kadar etkileyici görünüyorsa, altında bir o kadar da komik olaylar vardır. Dışarıda İngiliz asilzadesi gibi de davransak, bu topraklarda yaşayan herkes, biraz köylüdür. (Hakir gördüğümden değil, bir tabir olarak kullanıyorum, yanlış anlaşılmasın) Instagram'da gördüğünüz melek gibi, yüzüne bakmaya bile kıyamayacağınız, cillop gibi manitaların (Herodot Cevdet terk) ayağındaki çorabı çıkarıp, ayağını sanayi ustası gibi kaşıdığını düşünün. Var böyle şeyler.

Bi' yılbaşı akşamı da böyleydi. Kötü rüya gibiydi, neyse işte ya.
(Yeni senenin ilk yazısını da yazmaya vesile oldu ayrıca)

Çok da şeyapmamak lazım tabi, ama iyi veya kötü değil, sağlık ve huzur dolu bi sene olsun inşallah.

İyi bakın, havalar fena soğudu. Götü kollayın annem.

Öperim.

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...