Tarih: Mayıs (ya da Haziran) 1999
Konu: Kiss Me
Benim yaşımdaki birisi için oldukça geç bir vakit olmasına rağmen, hala uyanıktım. Saat biri geçiyordu tahminen. Yaşıtlarımın hepsinin kıçında, pireler triatlon yaparken ben, uykum olmasına rağmen, TV'de gördüğüm şeylerden inanılmaz etkilenmiştim. (Allah iyiliğinizi versin) İzlediğim film, bir gençlik filmiydi. Çirkin ördek yavrusu olan, ama taş gibi olduğu arkadan da kabak gibi belli olan bir kız ve ona eşlik eden okul futbol takımı kaptanı, okuldaki kızların gözdesi (buna filmi izleyen kızlar da dahil tabii) yakışıklı mı yakışıklı bir oğlanın başrollerini paylaştığı bir filmdi. 90'lı yıllarda isteğe göre film izlemek, VHS kasetleri yoluyla yapılan bişeydi. Bunun haricinde, eğer bir şarkıyı çok sevdiyseniz, ya şarkının bulunduğu albümü satın almalıydınız, ya da radyoda hazır bir şekilde beklemeliydiniz. Zira yayındaki DJ, her an bir kıyak yapıp, sevdiğiniz parçayı çalabilirdi. (REC tuşuna basıp, şarkıyı kaydetmenin heyecanı çok başkaydı) Film olayı ise, mecburen kanalların yayınladığı filmlerdi. Ablam yarı uyanık, yarı uykulu sonuna gelebildiyse de, ben sonuna kadar izlemiştim, filmin nasıl sonlanacağını gerçekten de çok merak etmiştim. (Aslında çocukluğumun neredeyse yarısı böyle geçmiş olabilir) Tüm film, bu iki genci birbirinden ayırmaya çalışıyordu; ama bir şekilde aşkları daha baskın çıkan bu iki pırıl pırıl genç, filmin sonunda kavuşuyorlardı. Kız da filmin başındaki gibi mallaşmayı bırakıp, sonlara doğru feci taş bir hale geliyordu tabii. (Gözlükleri atıyor ve saçlarını açıp savuruyordu) Gençlik filmleri furyası yeni başlıyor, teen slasher tarzının tohumları atılıyordu. Kıza aşık olacak derecede hayranlık duymaya başlayan bünyem, kendini başrol oğlanın yerine koyan (çocuksu ve olabilecek en temiz ve saf) hayaller kuruyordu. Filmin sonuysa, özellikle çok etkilemişti beni: Duygularıyla dalga geçilen kız, parti alanının dışındaki ışıklı çardağın altına gidip ağlarkene, çocuk geliyor, konuşmalar ve öpücük arefesinde çalmaya başlayan müzikle birlikte zirve yapan vuslat anı...
Kafamdaki yorganın sıcaklığıyla iyice mayışmak şöyle dursun, filmin ve filmin son sahnesinde çalan müziğin bende uyandırdığı duygu yoğunluğu öyle fazlaydı ki, uykum kaçıvermişti. TV'yi kapadıktan sonra, yaklaşık bi yarım saat daha kendimi filmin içinde hayal ettikten sonra uyuyakaldım. (Yazın kavurucu sıcağında dahi yorganla uyurum. Hem de sarınarak.)
Yıllar sonra gelen ergenlikte dahi, bu filmin bu sahnesi ve bende uyandırdığı hisler taze kalmıştır. Artı, çocukluğuma dair çok hoş bir anı olduğu için, anımsamak da ruhuma huzur verir. Lakin sorun şuydu ki, filmin ışıltılı final sahnesinde çalan o enfes müziği bulamamıştım. Mp3 formatının yaygınlaştığı zamanlarda (Limewire'ın altın çağıydı) Google'a yalnızca şarkının nakarat kısmındaki sözleri yazmak da çare olmuyordu. (İnternetin aslında tam da olamadığı zamanlara denk gelir bu zamanlar) Şarkıyı bulma hikayemse, maalesef pek de o kadar ışıltılı değildi: Çok moda olmaya başlayan, gelin ve damat adaylarının kaynanalarla aynı evde takılıp, birbirlerine çemkirdikleri o fantastik yarışmalardan birinin final bölümü yaklaşmaktayken, kanalın program için hazırladığı reklamarası slow-motion kısa jeneriklerden (ki tam Cem Yılmaz'lık jeneriklerdir bunlar) birinde bu şarkıyı işitmemle arka odadan salondaki televizyona Flash hızında uçmam bir olmuştu. Nereden geldiği önemli değildi; o müziği bulmuştum sonunda. Şarkıyı dinleyerek İngilizce bazı kelimeleri söküp alabilirsem, Google gerisini halledecekti. Hazırlıklıydım; yanımda halamın ses kaydı yapabilen yeni model telefonu vardı. Kaydı almıştım, lakin ses, tost makinesi cızırtısı gibi geliyordu. Şarkıyı duymamla iyice civcivlenen bünyem, şansını Limewire'da deneyecek ve doğru sonucu bulacaktı: Şarkıyı bulmuştum. Şarkıyı ilk bulup, dinlediğimde hissettiğim huzur hissini ara ara hatırlarım. Çok aranıp, sonunda bulunmuş sevgili gibiydi bu şarkı, bulanlar bilir. (Hay amk, ne şarkıymış dediğinizi duyar gibi oluyorum sevgili okuyan, olayın kökeni çocukluğuma kadar gidiyor, biraz anlayış) Sonrasıysa, tahmin edileceği üzere, o filmdekine benzer bir aşk yaşayacağımı düşlemiştim tabii.
"Yıldızlı ve dolunaylı bu sıcak yaz akşamında, delikanlı, kızın utangaç bakışlarını yakaladığında, doğru anın geldiğini anladı. Kendisi de oldukça utanmıştı; ama içindeki kıpırtıya söz geçiremiyordu. Neredeyse tüm yıldızlar ve dolunay, çok net bir şekilde seçilebiliyordu. Öyle ki, genç çocuk, kızın yanaklarının kızardığını farkedebiliyordu. Kızın, o büyük gözleriyle yüzüne bakıp, gülümseyerek başını çevirmesi, (olması gereken ve aptalca olmasına rağmen çok sevimli bir cilvedir bu) çocuğun içindeki kıpırtıyı daha da şiddetlendirmişti. Onay veren bu hareketin akabininde, çocuk, kızın çenesini hafifçe tutarak kendine çevirdi. Dolunayın ışığı, bu gencecik iki aptalın arasında sıkışıyordu. Yıldızlar ise, sanki onları tebrik edercesine daha parlak görünüyorlardı. Sonra mesafe kapandı, kapandı, kapandı ve... Kamera, dolunaya doğru yükselerek karardı, ardından siyah ekranda belirmeye başlayan krediler göründü..."
Elbette bir ergen için fazla büyüleyici ve gerçek olamayacak kadar harika bir hayal bu. Çocukluktan beri, kötü ve rezil tarafları ayıklanmış yaşamları izleyerek büyümek, aslında tehlikeli bir durum. Yine de, bunun dahi bir insanın gelişiminde olması gereken safhalardan biri olduğuna inanıyorum. Tabii ki de dozunda oldukça.
Aksi takdirde, çizgiyi aşar ve gerçekliği unutup, filmlerde olan şeylerin mümkün olduğuna kendini inandıracak kadar film(ler)in illüzyonuna kendinizi kaptırırsanız, (Spider-Man'in olabileceğine ve duvarlara yapışabileceğine inanmak gibi bişey değil bu yalnız) gerçekliğe dönüşünüz bir o kadar sancılı olur. Kadın-erkek ilişkileri ve aşka dair bazı gerçekleri yaşayarak öğrendiğinizde ve bunca sene anlatılan peri masallarının aslında çok acımasızca olduğunu öğrendiğinizde, beyninize kurşun yemiş gibi olursunuz. Bir müddet, "yok ya, olabilir aslında" diye düşünürken, peşi sıra gelen tecrübelerle bu "peri masalı" ihtimalleri gitgide imkansızlaşır. En kötüsü de, artık bu konularda pesimist olursunuz, artı, her zaman en kötüsünü düşünmeye başlarsınız. (Karşı cins ilişkilerde o düşündüğünüz en kötü ihtimal de genelde başınıza gelir niyeyse.) Hayatın çok tuhaf yöntemleri vardır.
Cem Yılmaz'ın (zekasını takdir etmekteyim) "Hollywood effect" dediği olay bu. Maalesef küçük yaşımdan itibaren, bu etkiye maruz kalarak büyüdüğüm için, kafamı kaldırıp, gerçeği görmem, zamanımı aldı. İnsanın içindeki masumiyetin kaybolmasıyla aynı ana rast gelir aslında bu dediğim. Sonra dünyadaki yerleşik düzen, binlerce pislik, insan türünün ne kadar tamahkar ve rezil bir yaratık olduğunu öğrenme safhası, sonra sorgulama, insanların böyle şeyleri neden yaptığını merak etme ve psikoloji bilimine yoğun bir ilgi ve psikolojiye giriş.
Tüm bunlar, aslında kötüymüş gibi görünse de, (zaten kötü tecrübelerdi) bir bilim alanına ilgi duymamı sağladığı için, ehvan-i şer gibi geliyor. Bir bilim alanına ilgi duymak iyidir. Gelişmek de iyidir. Ama bilip, öğrendikçe, sinemanın, edebiyatın ve diğer kadın-erkek ilişkileri ve aşka dair ne varsa herşeyin dahi, tüketilebilecek hale gelip, yavanlaşması da sizi derin boşluklara atabilir. Unutmayın; cehalet, mutluluktur.
NOT: Efenim, ilgili film, 1999 da vizyona giren, She's All That adlı film. Sonradan bir ekol haline gelecek gençlik furyasının öncü isimleri olan Freddie Prinze Jr, Rachael Leigh Cook, Matthew Lillard ve Sarah Michelle Gellar bu filmde gencecikler. Hızlı ve Öfkeli'den tanıdığımız Paul Walker da filmin bonusu.
NOT: Çocukluğuma beni götüren, hayatıma kadar dokunan o şarkı için, efendim buyursunlar. Klipte, filmde de bazı sahneler mevcut ve filmdeki başroller Freddie Prinze Jr. ve Rachel Leigh Cook da klipte pek hoş görünmekte, bak çocukluğum felan yine, ah ah..
NOT: Gerçekleri öğrenmek konusuna gelince,
1- Fareli Köyün Kavalcısı, köyü farelerden temizler, ancak köylüler kavalcının parasını ödemez. Kavalcı sinirlenir ve kavalını çalarak, çocukları peşine takar. Topal bir çocuk harici tüm çocuklar, dereye sürüklenip, boğulur.
2- Kırmızı Başlıklı Kız, masalın sonunda yolunu şaşırır ve kurt tarafından yenir. Ortada avcı da yoktur, büyükanne de.
3- Küçük Denizkızı, prensini başka kadına kaptırır, anlaşma yaptığı cadı, prensi öldürürse, yaşayacağını söyler. Denizkızı başarısız olur ve su kabarcığına dönüşür.
4- Uyuyan Güzel'i, prensi, öperek uyandırmaz, ona tecavüz eder.
5- Hansel ve Gretel'i, öz ailesi, yokluktan dolayı ormana bırakmıştır. Ortaçağ Avrupa'sında bu, yaygın bir hareketmiş.
6- Sindrella'nın cam ayakkabısı, üvey kız kardeşlerine aslında uymaktadır. Şöyle ki, bir kardeşin baş parmağını kesmesi gerekmektedir. Diğerinin de topuğunu kesmesi gerekmektedir. Bunu da yaparlar. Ama ayakkabıdan gelen kan, onları ele verir. Sahtekarlıkla suçlanan kardeşlerin gözleri oyulur ve sokağa atılıp, dilencilik yapmaya zorlanırlar. Sindrella da prensi kafesleyip, saray ortamında salınmaya başlar.
NOT: Happily Ever After? Bir kez daha düşünün. İçinde yaşadığımız dünya? Tekrar düşünün.
NOT: Psikoloji okuyun.
NOT: Bayadır yazmıyodum lan. Götü kollayın annem.