Tarih: 21.06.2019
Yer: Wonderland
Konu: Beni Beni, Evriveydedayken'ini!
Şirkete heyecanla giren Can Bey, hızlıca herkesle selamlaştıktan sonra meşgul hareketlerle ilerlerken etkileyici ve karizmatik görünmeye devam ediyor. Ekranın alt kısmında beliren Sarar, Zara, Zeren Mobilya, Şükrü Catering gibi markalar sayesinde de tüm bu entrika, ihtiras, şehvet ve hayretin bu markalar vasıtasıyla gerçekleştiğini öğreniyoruz. Daha sonra Can Bey yavaşça ofisin kapısını açtığı anda donakalıyor. Aslında izleyen kişiye bu bakışların kurgu olduğunu hatırlatması açısından bu firmaların faydalı olduğunu söyleyebilirim. Zira bu tür reklamlar, bünyede beliren, "Kendinden otuz yaş küçük kızı idare etmeye çalışırsan, üstüne bir de rakibin Kıvanç Ballıtuğ ise böyle mal gibi bakarsın hehheee" türevi elli yaş üstü yorumlar yapmaktan insanı alıkoyan bir şey. Reelde Adnan Ziyagil, Ali Rıza Bey veya Şahin Ağa'nın baktığı kötü şeylere bizim hayatlarımızda pek sık rastlanmıyor. Şahsen ben Evriveydedayken Bey olarak sonu ağır çekim veya donmaya varacak bir bakışa hiçbir zaman sahip olamadım. Hayatımın bu kadar ağır dramatik bakışlara sahip olacak kadar karıştığını hiç hatırlamıyorum. Bunda beni Sarar'ın giydirmemesinin bir payı var mıdır bilemiyorum. Bildiğim tek şey, insanın bu kadar ağır şekilde dramatik bakabilmesi için bu bakışın hakkını verebilen bir hayatı olmalı. Aksi durumda, böyle bakışların etkisi, karşınızdakinin "ne bakıyon lan at yarrağı" demesine kadardır.
Senle sonra konuşucaz!
Televizyondaki sınırlı deneyimlerime istinaden, aklımda kalan en dramatik bakış, sarışın bir çocuğa aitti. Yıllarca babasının konforsuz ama sevgi dolu yuvasına alışmış olan bu sarı kafalı oğlanın hayatı, alabildiğine sorumsuz annesi tarafından velayeti alınınca değişiyor. Olaylar, annesi tarafından evinden koparılan çocuğun bindirildiği arabanın arka camından geride kalan babasına dramatik bakışlar atmasıyla gelişiyor. Anası olacak dangalak karının "nasılsa alışır" beklentisi, çocuğun babasıyla yaşadığı günlerin özlemiyle hatırladığı eski kamyonet (sadece toprak yolda giden), bir ağaçtan sarkan halata bağlanmış araba lastiği, çinko bir tabağa lönk diye konan patates püresi görüntüleri arasında bir türlü gerçekleşmiyor. Sonuçta sarı oğlan, mutsuz bir çocuğa dönüşüyor.
Ben Kansas kırsalında yaşayan sarı kafalı bir çocuk olmadığımdan (sarı olduğum doğru) ve çocukkene velayet kelimesini dahi bilmediğimden dramatik bakışlara da sahip değildim. Zaten ülkemizdeki annelerin motorcu bir herifle çekip gittikten dokuz yıl sonra geri dönmesi gibi olaylar, pek sınırlı bir kesimde, yeni yeni hasıl olmaya başladı. Ama bu bakışa yakın gelebilecek bir bakışı 18 sene önce annem az kalsın yakalıyordu. Okul çantamda Samsun görüldüğünde (Samsun, yıllarca sigara içmiş de, bir de üstüne ekonomi yapmaya başlamış gibi bir etki bırakıyordu. Samsun'un tiryaki sigarası olduğunu içenler iyi bilir) üzerime yönelen bakışların etkisiyle birlikte niyeyse aynada kendi doğal halimi yakaladığım o kısacık anda, yüz ifadem yaklaşık olarak bu tarz bir bakışa yakınsamıştı. Yabancı filmlerde mürebbiyeye benzeyen bir annenin, "senle sonra konuşucaz Evriveydedayken Bey..." demesi anlamında ve aynı filmlerdeki babanın eve geldiğinde kemerini çıkararak kalçayı dövmesi şiddetinde bir duygu düşünün. Beni de kalçası dövülürken inen her darbede zerre ses çıkarmadan, sadece buruşturarak kemeri karşılayan sarışın, mağrur çocuğun yerine koyabilirsin sevgili okuyan.
Seneler sonra, alkol etkisinde artmış dramatizemle ve tüm sponsorlarımı da (Efes Fıçı, Jack Daniels ve Olmeca Gold) yanıma alarak bu bakışı üniversiteden ev arkadaşım Ali'ye attığımda, "ne bakıyon lan at yarrağı" cevabını almıştım. Ne yazık ki kurgu beklediğim gibi gelişmemişti. Böyle yoğunluklara alışık olmayan köpek bedenim, çareyi hemen dışarı çıkmakta bulmuştu. Yalnızlığım 50'li yıllara denk gelen bir adamın yalnızlığı gibiydi. Yağmura direnen fötr şapkamla beraber kameranın aksi istikametine doğru boş sokakta yürüyorum. Alttan akmaya başlayan krediler kalçama doğru hızla ilerliyor. Yönetmen bu sefer beni ağır çekime almıyor; yürümeme izin veriyor. Kadrajdan çıkana kadar yürüyorum. Fonda güzel bir Dean Martin şarkısı çalmaya başlıyor...
Leonardo'nun Gündüz Düşleri
Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...
-
Kısa ve normal formatın dışında bir post gireceğim çünkü gerçekten buna değeceğini düşündüm. Aşağıda videosunu izleyeceğiniz film, 2014 yap...
-
Yer: İstanbul - Pendik Tarih: 01 Kasım 2014 Konu: Son Saçmalık Chapter 1: Son Saçmalık Sah...
-
Yer: Değirmendere Sahili Tarih: 2012 (yaklaşık) Konu: Derin. Gayet güzel bir Cuma akşamı. Yaşlılar kolkola gezerken, ortayaş krizinde...