Tarih: 2009 İlkbaharı
Yer: Giresun
Konu: Leydim Bugün Biraz Sinirli
Üniversite yıllarında yüzlerce hatta binlerce jean (kot) giymiş insanın arasında arkadaşları farkedebilmek gibi özel bir yeteneğe, geçici olarak sahip oluyorsunuz. Arkadaş "kotları", hayatımızın içine sinsi gibi sızan, garip bir tür yaratık gibidir. Kendisine genellikle evdeyken cebinden bozukluk, lastik toka ve bilumum ıvır zıvır çıkarılırken rastlamak mümkündür. Gerçekten yakıştığına inanılan bir kot, üniversite öğrencisinin en az bir sene boyunca ısrarla giydiği ve yıkanmasına nadiren izin verdiği bir tür kutsal giysiye dönüşür. Tabii bahsettiğim, ekseriyetle erkek kotu. Kız kotlarının sandalye üzerinde durması, genellikle emin olunamayan ama varlığı bilinen bir tür sevgililik durumunu ifade eder. Arkadaşken de, sevgiliyken de üzerinde aynı kot vardı. Geniş paçalı, paça uçlarının ipliklenmesi teşvik edilen ve mağazada denenirken mutlaka dönüp kalça kısmı kontrol edilirken onaylanacak cinste, güzelce bir kottu. Anlatacağım şeyler, onu ilk kez kotsuz gördüğüm gün olanlar. O gün, kotsuz ve botsuzdu.
Sevgililiğimizin ilk ayını kutlamak (yeni ilişki başlarken yapılan vıcık vıcık romantizm gösterileri) benim fikrimdi. Kutlama için Gazi Caddesi üzerindeki bir restorana gidecektik. Aslında öğrenci dediğin yemek yediği yerle, içip sıçtığı yeri birbirine karıştırmamalıdır. Zira ikisinin bir arada olduğu mekanlar, beraberinde maddi ve manevi bir yaşlanmayı oldukça hızlandırılmış şekilde bünyeye gark edebilir. Restoran kararını verirken, o günkü yaşam standartlarımız içinde (büfe, dürümcü, pideci, bar, vs) romantiklik denilen menem şeyin barınamayacağını ve muhtemelen bu canlının beslendiği yerin bir restoran olabileceğini düşünmüş olmalıyım. Buluşmaya geldiğinde çok şaşırdım. Gündelik hayatı öğrencilik kreasyonuna uygunken, bir günde inanılmaz bir hızda abiyeye evrilen ve makyajda master degree olmuş kızlarla daha önce tanışmamış gibi bir duyguya kapılabiliyor insan. Şaşkınlığımı, yeni halinden çok etkilenmem olarak yorumladı. Bense başka biriyle buluşmuş gibiydim. Uzun uzadıya giyim-kuşamını anlatmak istemiyorum. Özet geçecek olursam, "kotu ve botu yerine, elbisesi ve topuzu vardı" diyebilirim. Çok daha kaypak bir takım betimlemeler gerektiren kendi giyimimden de biraz bahsedeyim: Rastgele giyinmiş süsü verilen, ayarlı bir giyinmeydi benimkisi (gizli giyinme?). "Başlarda güzel sanılan ama bir süre giydikten sonra güzel olmadığı anlaşılan kazaklardan" birini giymiştim. Altımda "nispeten yeni" kotum ve onun da içinde "ihtimallerin yüzünü kara çıkarmayacak düzeyde seçilmiş bir don" bulunuyordu. ("Seçilmiş don" konusunda genelde iki ana akım mevcuttur. İlk fraksiyon, erkeğin dişisine karşı sevimli ve bir o kadar da haşarı görünmek istediği, kökleri "pop art" a dayanan boxerları tercih edenler. Diğer fraksiyon ise sakladığı şeyi belli eden, umudu sonuna kadar sarmalamış ve kökenleri iç çamaşırı paketlerinin üzerindeki kafası görünmeye adamlara dayanan donları tercih ediyor. Ben tercihimden pek bahsetmek istemiyorum, sadece tercihim karşısında Andy Warhol'un hınzırca bana göz kırpacağını iddia edebilirim, gerisi size kalmış.) Sevdiceğin yanında bir anda sıradanlaşan bir kazak ve bir kotla kalakalmıştım. O zamanlarda bu durum, şimdiki kadar trajedi barındırmıyordu. Sonuçta küçük burjuvanın (ah o küçük burjuvalar) tarihi, yanlış giyindiğini, mekana girdikten sonra ancak anlayabilen insanlarla dolu. Ortama girdiğimizde diğer erkekleri (gömlekliler) görünce sanki içeri boxerla girmişçesine aykırı bir hava kattığımı hissettim. Garson bizi, "buraya sizden çok çok daha iyileri geliyor" masalarından birine oturttu. Sevdiceğin yüzündeki memnuniyetsizlikten tadımızın kaçacağını hissediyordum. O güne kadar standart giysiler ve mekanlardaki umursamaz tavrını kotuyla beraber evde bırakmış gibiydi.
"Rezervasyon yaptırmadın mı sen buraya?" dedi. Sabah saatleri geldi aklıma: Giresun'un yerlisi bir arkadaşa, "nereye gidelim lan?" diye sormuş, karşılığında da, "ne bileyim amk, X Restaurant'a gitseniz olur" cevabını almıştım. Yaptırdığım rezervasyon (arkadaş rezervasyonu) tamamen bundan ibaretti. Restoranın kesinlikle haberi olmayan bu rezervasyondan şebeklik kisvesi altında sevdiceğe bahsettim. "Komiksin yani!" dedi. Etrafıma baktım. Tüm gömlekliler, karşılarındaki elbiseliler ile cam kenarına dizilmişlerdi. Gömlekliler kasılarak anlattıkça, elbiseliler gülüyordu. Muhtemelen gömleklilerin içinde ikinci fraksiyon mahsulü, sarıp sarmalayan donlardan var. Tekrar sevgilime baktım. Çatala bakıyordu. Bir an onu tamamen yabancı biriymiş gibi hissettim. Sıkıntı çökmüştü üstüme; kazak fazla gelmeye başlamıştı. Garsona pencere kenarındaki boş masayı sordum. Gözlerinde anlık olarak yakaladığım, "o kazakla?" anlamında zayıf bir sinyal belirdi. "Orası rezerve" dedi. Mekana kabul edilmeme, mekana alındıktan sonra bazı bölümlere kabul edilmemekten daha dürüst ve evla bir davranıştır. "Anladım" dedim. Sonra garsonla beraber çatal konusundaki incelemelerini bitirip sonucu açıklayan sese yöneldik. "Ya bu çatalda leke var, değiştirir misiniz lütfen?" dedi sevdiceğim. Dudaklarını büzerek, sesine daha önce tanık olmadığım sinirli ama nazik bir tonlamayla konuşuyordu. Sevgilimin bu ani değişimi beni çok şaşırtmıştı. Çünkü yemeğin içinde kıl veya tüy çıkmadıkça akla gelmediği türde bir hayat yaşıyorduk. Yemeği ağzımıza götürüp sokmak kadar basitti yemek yeme kültürümüz oysa ki. Garsonu tanımıyordum belki ama sevgilimi de galiba tanımıyordum.
Bazen insan giydiği elbiseye veya girdiği mekana göre biçim alabilir. Üniversitenin mezuniyet gecesine normalde kısa Camel içmesine rağmen, o geceliğine Marlboro Light ile katılan bir arkadaşım vardı. Kapı önünde kendisine konuyu açtığımda, cevaplamak yerine, "eee hocut, bugün böyle" demişti. Neydi peki öyle olan? Camel'ın özgürlüğü ve dibine kadar bohemliği çağrıştıran devesi yerine, Marlboro'nun şekli asla bozulmayan kutusunun takım elbiseye daha çok yakışacağını mı düşünmüştü? Sevdiceğim, geldiğimiz bu mekanla birlikte küfürlü konuşup, eşli batakta ve PlayStation'da elime veren, yeri geldiğinde çay ocağında oturup, ikinci ligdeki Gaziantep Bld - Etimesgut Şekerspor maçını dahi konuşan kızdan, kalifiyeli bir leydiliğe terfi etmek istiyordu. Halbusi* leydiliğin, öğrencilikten başlanarak ulaşılabilecek bir statü olduğunu pek sanmıyorum. Zaten ülkemizdeki tek gerçek leydi olan Güngör Bayrak da yurtdışında denklik alamamıştır. Leydim o gece çok başarılıydı. Sırayla favanın kötü, balığın çiğ, WC'nin pis ve bütün siparişlerin geç geldiğini iddia etti. Pencere kenarı gömleklilerin neşesi artarken, biz kirli WC'lerden, çiğ balıklardan ve lekei çatallardan konuşuyor, pencere kenarından gitgide uzaklaşıyorduk. Garsonların mutfak kapısı önünde ben ve leydim hakkında konuştuklarını görüyordum. İnsan, yanındakinin (bir leydi) oluşturduğu terörden utanmış ve tırsmışsa, karşı saflara (emekçi garsonlar) geçerek bir çeşit götemeç konumuna düşebiliyor. Çıkan çeşitli sorunların çözümü için çağrılan garsonlara, "idare et tosunum, yengen bu gün biraz gergin" bakışı atıyordum. Bir leydiyi problemleriyle başbaşa bırakıp, garsonlardan taraf olmuş bir götemeçtim artık.
Restorandan çıkınca bir süre konuşmadan yürüdük. Sorunun leydimin gece boyu memnuniyetsiz olması değil de, benim ona yeterli desteği vermemem olduğunu hissediyordum. (Leş gibi masmavi oldu buralar) Beklenen cevap geldi: "Bravo ya, gece boyunca gıkın çıkmadı!"dedi. (Gık: Asosyallikten apışmış ve probleme müdahale edemeyen insanın çıkarması beklenen ses) Haklıydı da, bu tür durumlarda pencere kenarı gömleklilerin lafı partnerlerine hiç bırakmayan hakimiyetini bir düşünün, daha sonra da benim garsonlara yaranmaya çalışan loser mimiklerimi düşünün. "Taksiye binelim" dedi. İçimde kabaran "öğrencilik ve taksi" konulu eleştirel yaklaşımı derhal bastırıp bir taksi çevirdim. Atılarak taksinin kapısını leydim için açtım. "Mersi" deyiverdi.
Sabah uyandığımda sevdiceğin sandalyede ecinni gibi duran elbisesini gördüm. Üzerinde de fırlatılıp atılmış kotum duruyordu. Gündelik hayat, bir geceliğine özel hayata saldırmış gibiydi. Mutfağa doğru gittim. Antredeki büyük boy aynasının önünde durdum. Boxerım kesinlikle, "haşarı" ve sevimliydi. Kahve suyunu bir kişilik fazla koydum ve kettle'ın düğmesine bastım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Leonardo'nun Gündüz Düşleri
Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...
-
Kısa ve normal formatın dışında bir post gireceğim çünkü gerçekten buna değeceğini düşündüm. Aşağıda videosunu izleyeceğiniz film, 2014 yap...
-
Yer: İstanbul - Pendik Tarih: 01 Kasım 2014 Konu: Son Saçmalık Chapter 1: Son Saçmalık Sah...
-
Yer: Değirmendere Sahili Tarih: 2012 (yaklaşık) Konu: Derin. Gayet güzel bir Cuma akşamı. Yaşlılar kolkola gezerken, ortayaş krizinde...