Yer: İstanbul - Ankara Yolunda Bir Yerlerde
Tarih: Ekim 2018
Konu: Bir Şakaya Daha Ne Dersiniz Prosedür Hanım?
"Hayır, teşekkür ederim" dedi yanımdaki adam. Doğrusunu yapmasına rağmen, otobüsü amacına yönelik, yani bir ulaşım aracı olarak gören insanların, ikramı geri çevirirkenki medeni ses tonu, niyeyse canımı sıkmıştır. O sıralar otomotiv sektöründe çalıştığım için, uçağa son anda binmekten vazgeçmiş, orta-üst sınıfın tercih ettiği bir otobüs firmasıyla gidiyorum. Aslına bakarsanız, bu tür "daha elit" firmaların daha düşük ölçekli muadillerinden çok da bariz bir farkı kalmadı. Fakat ne için çığlık çığlığa bağırdığı belirsiz, gerizekalı ebeveynlere sahip çocuklar, yorulana kadar aralıksız ağlayan bebekler, torbadan çıkan pastırmalar, koyun peynirleri ve ayakkabısını çıkaran 55 yaş üstü yolcular gibi daha az kırsal öğeler içermesi açısından tercih sebebi olabiliyorlar. Otobüsümüz, Buckingham Sarayı'na yol aldığı için, muavinin ikramları ya reddediliyor ya da "Sadece su aliiim" cevabı veriliyor. Otobüse binmeden önce genellikle otogarların sağlıksız ama korkunç lezzetli olabilen gıdalarıyla bünyemi tıkadığımda muavinleri reddettiğimi hatırlıyorum. Yine ilginç şekilde o reddetme anında, insanın içinde gerçekten de bir çeşit medenilik hissi hasıl oluyor. Özellikle de otobüste hoş bir mahbubenin görüş alanında reddettiyseniz, moralman yükselebiliyorsunuz bile.
Ama genele bakılacak olursa, suyu çok seven ve sıvı tüketmeyi yaşam parçası haline getirmiş biri olduğum için pek de ikramları reddedemiyorum. Hatta çok kıytırık değilse, ufak keklerden falan da alıyorum ara sıra. Evet, şu anda da karşı koltukta yalnızca "Nescafe ikisi bir arada" gibi sade ve minimalist tüketimiyle asilzadeliğin sınırlarını zorlayan çok hoş bir dilber-i rana görüş alanımda. Hayvan gibi yerken bana acınası bakışlar attığını görüyorum. "Biraz sabret canım, biraz göz kontağı tüm ilişkimizi yoluna koyacak" diyorum içimden. Fakat o da ne, kulaklığını takıp camdan dışarı bakan depresif kız olmayı tercih etmiş. Medeniyet fışkıran otobüsümüz 90'ı geçmeden tıslaya tıslaya ilerliyor. Yanımızdan 90 km'yi tınmayan, turşu bidonlu bir firma vınlayarak yardırıyor. Böylelikle otobüs olarak, firmamıza olan güvencimiz, bir kere daha tazeleniyor. Telefonun şarjı biraz azalınca, önümdeki ekranı açıyorum. Karşıma Johnny Depp çıkıyor. Yine alengirli işlere girmiş. Depresif ve masum suratıyla yine bir şeylere hisleniyor.
Yaklaşık bir saat sonra, otobüsün, kamyoncuların kullandığı bir mola yerine giriş yaptığını gördüm. Otobüsten huzursuz sesler yükselmişti. Önümdeki ekrandaysa Johnny Depp, su kenarında bir kadından eğilip eğilip alt dudak alıyordu. Galiba sorunları halletmişti. Otobüs, kapısında, "OTO TAMİR" yazan baraka gibi bir yerin önünde durdu. Şoför, muavin ve "balata, kayış, kasnak" demeyi seven kraldan daha kralcı bir kaç tip, aşağı indi. Öpüşme biter bitmez, ben de indim ve bir sigara yaktım. Arka tekerin etrafında yarım daire vaziyetinde dizilmişlerdi. Görünüşe göre, sağ arka lastiğin bijonu kesmişti. Apartman yöneticisi görünümlü, ağır geyikçi, yazın bir tür yazlık lorduna dönüştüğünü tahmin ettiğim dayının kafa sallaması ve şoförün çaresiz bakışlarından (sorun olduğunda abartılı kızaran Karadenizli dayı prototipi) soruna kısa vadede çözüm gelmeyeceğini anlamıştım. Fakat asıl sorun, o saniyelerde merdivenlerden aşağı inmekteydi...
Anlatamıyorum galiba ben?!?!?!
"Bakar mısınız, siz bu sorunu halledebilcek misinieaz?"
İstemsiz hepimiz bu ses dönüp baktık. Sille tokat girişilen kavgalardan daha fazla etki yaratan ve ciddi anlamda tehdit edici bir sesti bu. "Uğraşıyoruz hanımefendi" dedi şoför. Bunun üzerine, emredici bir sesle, "Herkesin işi gücü var, hemen firmayı arayın! Hemen!" diye bağırdı. Şoför elindeki tuşlu telefonu delilmiş gibi kaldırarak, "Haber bekliyoruz hanımefendi, olmazsa bir araç yollayacaklar" dedi. Suratındaki kırmızılık, gittikçe koyulaşıyordu. "Hadi sıradan bir firma olsa anlarım da sizin bu gibi durumlar için acil durum prosedürünüzün olması lazım!" diyen bir başka ses duyuldu arkalardan. Alien gibi çoğalıyorlardı. Kırmızı Surat'ın kelime haznesinde, "prosedür" gibi bir sözcük olduğunu pek sanmıyorum. Vermek istediği cevabı da engelleyen şey, muhtemelen bu "prosedür" kelimesiydi. Söyleyecekleri içinde sıkıştıkça, kırmızılığı artıyordu. "İnanamıyorum, tuvaletiniz de bozuk!" diyen bir başka kadın sesi, büsbütün kaosu arttırmıştı. Muavin hemen tuvaletin "nasıl bozuk!" olduğuna bakmaya gitti. Sonra, ön taraftan bir kadın daha çocuğuyla (dramatik öğe) söylenerek bize yaklaşıyordu. Kapana kısılmıştık. İngiliz Kraliyet Ailesi'nin diz çöküp tövbe isteyeceği bir medeniyetten, dakikalar içinde Arınma Gecesi'ndeki maskeli psikopatlara dönüşmüştük. Yakınma şiddeti, kritik seviyelerdeydi.
Bi' Konuşmama İzin Ver
Suratı artık morarmaya başlayan şoförün, "hanımefendi" kelimesiyle dış kulvardan giriş yapmaya çalıştığı her diyalog denemesi, daha ikinci kelimeye gelmeden parçalanarak uzaya karışıyordu. Artık tamamen düdüklü tencereye dönüşmüş şoför, "Lütfen biraz anlayışlı olun yaaa!" demeyi başardığında kısa bir sessizlik oldu. O "yaaa!" nın parça tesirli el bombası yaratacağını hissetmiştim. Prosedür Hanım, "Tamam daha fazla konuşmaya gerek yok, siz haklısınız, biz burda hepimiz enayiyiz" dedi. Vaziyetin başka bir boyuta geçtiğini anlayan Kırmızı Surat, elinin parmaklarını birleştirerek, son derece yumuşak bir ses tonuyla, "Hanımefendi..." der demez kötü darbeyi yedi: "Lütfen o elinizi indirin, sizinle daha fazla tartışmak istemiyorum!". İşte bu gerçekten can sıkıcıydı. Buna benzer hareketlere, gözlemlediğim kadarıyla daha çok kadınlar başvuruyor. Tartışmanın en hararetli yerinde, daha "iyi" ve daha "medeni" olduğunu iddia eden ama elinden bir şey de gelmeyen tarafın aniden ortaya koyduğu yapay bir nezaketle tartışmadan galip ayrılmış sayılması durumundan bahsediyorum. ("Daha fazla konuşmak istemiyorum" tavrı, çok uzun bir mızrağın sadece ucunu batırmaya benziyor) Medeni bir şehirli olan Prosedür, Kırmızı Surat'a aniden nezaketiyle saldırarak, aynı tabakadan olmadıklarını göstermişti. Kırmızı Surat'ın bu felç edici saldırı karşısında daha fazla kızarmaktan ve "Allah Allaaaah, ne dedim şimdi ben hanımefendi" demekten başka bir seçeneği kalmamıştı.
Rezalet Index Puanı
Tamirci arabayla uğraşırken, şoförün kızarıklığı, muavinin getirdiği kolonya ile şimdi biraz daha azaldı. Tartışmaya katılan tüm medeniler, tüm meşguliyetleri ile telefonda konuşmaya başladılar. Tüm bu yaşananları, ırzlarına geçilmiş ve onurları iki paralık edilmiş gibi yakınlarına anlatıyorlar. Bir kaç kişi, plakanın fotoğraflarını da çekti. Medenilerin, kırsaldaki aksaklığı, kapsama alanı sayesinde seviye atlıyor ve yavaş yavaş büyüyor. Muavin, "Tuvaleti hallettim" diyerek yanımıza geliyor. Aramızda sorun çözebilen birilerinin olması sevindirici. Görece biçimli yüzüyle, galiba biraz da Johnny Depp'i andırıyor. Otobüs holünde gizlice Prosedür ile öpüştüklerini hayal ediyorum.
Otobüsteki film, 1994 tarihli Don Juan Demarco filmi. Özellikle Bryan Adams ile klasik olmuş soundtrack klibini buraya bırakır, hepinizi kokulu kokulu öperim. Götü kollayın annem.