21 Mayıs 2015 Perşembe

İlk Aşkın Günahı Olur Mu?

Yer: Değirmendere Sahili
Tarih: 2012 (yaklaşık)
Konu: Derin.

Gayet güzel bir Cuma akşamı. Yaşlılar kolkola gezerken, ortayaş krizindeki çiftler eşofmanlarıyla koşuya çıkmışlardı. Henüz alkol yasağı gelmemişken, gençler, biralarını yudumluyor, ötedeki gitarcı uzun saçlı arkadaş, ve ekibi, gürültülü şekilde eğlenmeye çalışıyorlardı. (Şarkılara kendinden geçercesine eşlik etmek, çoğu yerde deli gibi eğlenmekten sayılıyor.) Bu arada, yeni doğmuş bebeklerini, ve çocuklarını oynasınlar diye parka getiren aileler de vardı. Körfez'in incisi olan bu cennetten çıkma sahilde, herkes mutluydu; en azından öyle görünüyordu. Güneş batmış, akşam kavuşmuştu...

Bu sessizliği tiz, ve oldukça şuh bir kahkaha bozdu. Bir anda tüm ilgi, ve alaka, bu kahkahanın sahibine yöneldi. "aahhahahah canım benim yaa :))" dedi, kahkahayı atan kişi. Bu kişi, otuzlu yaşlarına yeni giriş yapmış, kızıl saçlı, balıketli, ve oldukça güzel bir bayandan geliyordu. Ezgi'ydi adı; yılların yorgunluğu çökmüştü belki yüzüne, ama hala solmamış güzelliği, onu daha da kadınsılaştırıyordu. Kendine güveninden çok, "feleğin çemberinden geçmiş hatun profili" yansıtıyordu yanındakilere. Bunu bilmelerine rağmen, kimse, onu üzecek en küçük bir harekette dahi bulunmuyordu; yaşına göre çok güzeldi, oldukça güzel. Ve bu güzelliğe, kimse kıyamıyordu. "Sen o zaman çook tatlıydın bitanem ya, beni kimse seninki kadar masumca sevmemiştir herhalde, aahhahayt!" deyiverdi. Ve bu harika(!) espriden(!) sonra, yanındakilerle vakur, ama eğlenerek gülmeye başlamıştı. Zaten topluluk üzerinde gitgide artan etkisi, her kahkahasında artıyordu. Sahildeki banka toplanmış bir grup insan, bu kadının ruh haline göre hareket ediyordu sanki. Lafın muhatabı ise, hala korumaya çalıştığı ciddiyetinin beyhude olduğunu farketti, ona dönen yüzler, bu insandan daha yaşlıydı: Yaşça oydu en küçük olan. Fazla umursamıyormuş gibi görünerek, bu grupla birlikte gülmeye çabaladı, lakin söylediğim gibi, ortamın yaşça en küçüğüydü. Tüm bunları göze almak zorundaydı. Birasından bir yudum aldı, ve sahile bakarak, bir sigara yaktı...

1996. Değirmendere. C bloğun ilk katında oturan ailenin sekiz yaşındaki oğlu, herşeye meraklı olması, erken okuması, hazırcevaplılığı, ve küçük yaşta filmlere duyduğu ilgiyle bilinir. Solaktır. Bunu bir farklılık olarak görür hep. Günlerden bir gün, üst kata yeni taşınan ailenin kızını görür. Kız, bahçede, çocuğa bir kaç kez sevgi dolu sözcükler söyledikten sonra, çocuk, kıza alışır. Hem de öyle çok alışır ki. Çocuk, gençlik filmleri furyasına denk gelen 90'lı yıllarda, aşkın neye benzediğini, tam olarak anlayamamaktadır. Bu tuhaf duyguyla, tüm günü, ve gecesi, "bu yeni abla"yı düşünmekle geçer. Okulda, sitede, oynarken, banyoda, her yerde...

"Abla"nın ona inanılmaz sevecen yaklaşımı, çocukta, bu ilginin karşılıklı olduğu düşüncesini yaratmaya başlamıştır. Arkadaşlarına, kendinden oldukça büyük bir kızla "çıktığını" söylemektedir gururla. Kızın kim olduğunu ise, söylemez. Artık biricik sevdiceğidir o. Paylaşamaz kimselerle. Hatta karşı komşusu olan astsubay abilerinin evine bile uğramamaktadır artık. Onlar da bu duruma anlam veremez. Çocuk, havalarda uçmaktadır. Sevgilisinin yolunu gözlemekte, onu tüm gözlerden kıskanmakta, ve hemen, doğruca evine gitmesini diler içinden. Aslında sevmekte haklıydı da: Esmerdi, gece karası saçları vardı, beli incecikti. Beyaz tenliydi, ve gözleri masmavi parlardı. Sanki üzerine çuval da giyse, yakışacakmış gibi görünürdü. Sitedeki diğer bazı "abi"lerin radarına girmekte gecikmedi bu "abla". 

fÇocuktaki bu melankoliyi farkeden "abla", çocuğun evine, annesiyle çay içmeye gelmektedir. Öğlen aralarını iple çekmektedir çocuk; o büyüleyici güzelliği görmek istemektedir. Lakin, öyle utanır ki, yüzüne dahi bakamaz. "Abla", çocuğun bu haline katılarak gülmektedir, çocuğu çok sevmektedir. Kucağına almakta, öpmekte, sevmekte, hatta koynunda yatırmaktadır. Çocuğun hisleri büyümektedir. Ve bir gün, o can alıcı cümleyi sarfeder: "Büyü, seninle evlenelim küçük adam." Çocuğun içindeki duygu patlaması, anlatılacak cinsten değildir. O an, büyük adam olduğunu, büyüyüp, sakal bıraktığını, arabası olduğunu, kısacası, tam onun hayalindeki "yetişkin adam" olarak hayal etmeye başlar kendini. Gece uyuyamaz, hayallerinin ardı arkası kesilmez. Ne de güzel hayallerdir o hayaller...

Yazın yavaş yavaş bitmekte olduğu bir zaman, annesi, çocuğu eve çağırır. Çocuk ne olduğunu anlayamaz. Annesi, çocuğun üzerini giydirmektedir. Ne olduğunu sorduğunda, çocuğa cevap vermez. Çocuğu giydirdikten sonra, oğlunun yanağına bir öpücük kondurur, ve yan komşuları olan "astsubay abilerin" evine gitmesini, abilerden, Akif abisinin onunla önemli bir şey konuşacağını söyler. Tuhaf bir his kaplar içini çocuğun. Kapıyı çalar. Gördüğü manzara, masum, ve tertemiz dünyasına atılmış ilk yumruktur belki de: Gözünden sakındığı, biricik sevdiceği, Akif abisinin yanında dikiliyordur. Ve ikisi de gülümsemektedir. Çocuk, hala anlam veremez, Akif abisi, durumu çocuğa açıklar. Çocuk, olayın şokundan hala çıkamamışken, "abla"sının, ve "Akif Abi"sinin ailelerinin evin salonunda oturduğunu görür. Kimselerle paylaşamadığı biricik aşkı olan "Abla"sı, en yakın arkadaşı, onu anlayabilen tek kişi olduğuna inandığı "Akif Abi"siyle hayatını birleştirecektir. Mecbur, salona geçer, ve oturur. Herkes, bu küçük adamın, kıza olan ilgisini bildiğinden vakur bir gülümsemeyle çocuğa bakmaktadır. Odadaki tek mutsuz, ve mallaşmış olan, çocuktur...

-ahha sevgilim de gelmiş. bak akif, ben bu yakışıklıyla evleneceğim büyürse.
-ehueheheh. kerata, bak nişanlıma göz koymuşsun çekerim kulaklarını! ehueheheh
-şşşş aşkım! benim sevgilime öyle şeyler söyleme baksana kızardı!,
-eheh! şşş bak kızı elinden aldım diye bozulmak yok, arkadaşız hep.
-akif lütfen! ne biçim konuşuyorsun çocukla!
-tamam tamam! gel bakalım yanıma sen! gel gel!

Sonrasında olup biten olayları, çocuk, pek de hatırlamaz. Eve geri döner. Annesi ona sarılır, yanaklarından öper. Küçük oğlunun yaşadığı bu ilk ciddi travmayı tahmin etmeye çalışmaktadır. Çocuk, bu olayı, sonraki sömestre kadar unutamayacaktır...

Biramdan bir yudum aldım. Çocukluk aşkım olan bu "abla" tarafından, ortamda itin götüne sokuluyordum. Ama önemli değildi, zaten beni tanıyan çoğu kişi, olayı biliyordu. Kafamı çevirip, yüzüne baktım. Biraz solmuş olsa da, hala ışıldıyordu. Bu arada, artık yüzüne bakabildiğimi farkettim. Tuhaf bir duygu kapladı içimi. Bazı anlar vardır. Aynı duyguyu, iki kişi, sadece bakışarak hissedebilir. Sanırım o da hissetti. Kalktı, ve gelip yanağımdan öptü beni. Çocukluğumdaki kalp kırıklığı şöyle dursun, büyüdüğümde yaşayacağım daha xtreme olaylar içinden en masumu buydu. İçimden teşekkür ettim ona. Gülümsedi. Daha sonra bana sarıldı, ve geldiğim zamanlarda mutlaka haber vermemi söyledi. Vedalaştık.

DİPNOT: Ezgi Abla, nişandan sonraki yaz, Akif Abi'yle evlendi. İki sene kadar evli kaldılar. Daha sonra boşandılar. Sebebi, Akif Abi'nin, Ezgi Abla'yı öldüresiye dövmesiydi. Ailesine kalmaya geldiğinde yüzündeki derin morlukları tüm site görmüştü. Akif'deki bu sinir nöbetinin sebebi, mesleğiydi. Su üstü gemisinde, aylarca, yıllarca süren seyirlere gitmek zorunda kalıyordu. Ve bir kaç tatbikat esnasında hayati tehlike geçirdikten sonra, iyice sıyırdı, ve sinirini Ezgi Abla'dan çıkarmaya başladı. Çocukları olmadı. Bu olayı anlattığımda da duldu. Biriyle görüşüyordu. İşin trajikomik kısmı, gecenin bitiminde benden para istemesiydi. Hayat tuhaf, gerçekten çok tuhaf!

Leonardo'nun Gündüz Düşleri

  Yer: İstanbul - Erenköy Tarih: Mart 2013 Konu: Buzdağı George Michael'ın Careless Whisper şarkısının, uzayan nakaratıyla tüm dünyayı b...