Yer: Caras Galadhon
Konu: Naber Ağbi?
İşte geldi. Gelişi bu kadar belirgin insan, gerçekten zor bulunur. Yine turuncu (evet, turuncu) pantolonunu giymiş. Turuncu pantolonlu bu adam, "kim olduğunu kesinlikle bilmediğim ama sürekli gördüğüm insan"ların yüksek kralı pozisyonunda. Mekana girer girmez çok fazla sayıda insana, "naber ağbi?" diyor. Akabininde ağzından çıkanlar, daha karşıya ulaşmadan gözleriyle etrafı süzdürüyor. Tek bir kişiye değil de herkese aynı anda bakıyormuş gibi bir hali var. "Yaygın İnsan"ı, adını dahi bilmeden sadece gerekli bir kaç anahtar kelime ile tarif ederek bir başkasına hatırlatmak ve "Haa evet ya, ben de sürekli görüyorum onu" cevabını almak mümkün. Şimdi ben Turuncu Pantolon'u burada görüyorum ama mesela mekandaki garson kızcağız onu gündüz saatlerinde Caras Galadhon Üniversitesi civarlarında görüp, "Hmnsktiminin yine mi bu" demiş olabilir. Hatta bu adamı binlerce kişilik stadyum konserlerinde, parti mitinglerinde, bahar şenliklerinde yüzlerce, binlerce kişinin arasında şak diye görebilmek mümkün. Bulunduğu yaşam alanlarında sürekli dolanan, herkesin tanışmasa da adını mutlaka bildiği, kış zamanı okul binasında komik olduğunu düşündüğü ama aslında kimsenin komik bulmadığı tişörtüyle her yerde beliren o adamı hatırlayın. Abartılı şekilde rahat davranışlarını izlemek zorunda kaldığınız, zaman-mekan farketmeden bağdaş kurabilen, aniden gürültülü ve şuh kahkahalar atan o kızı hatırlayın. "Kendini merak ettiren insan" her yerdedir. Ne yer, ne içer, yaşam alanı nerelerdir ve esasen neyin peşindedir ve ne yapmak, nereye varmak istemektedir, bilinmez.
Yanımdaki arkadaşa bu ufak gözlemlerimi anlatacağım sırada Turuncu Pantolon bize doğru yürümeye başlıyor. Tam önümüzde durup, "Naber ağbi?" diyor yanımdakine. (Ğ harfinin açıklayamayacağı düzeyde bir yavşaklık belirten bir 'ağbi' bu) Bir süre birbirlerini pek de sallamadan ayaküstü konuşuyorlar. Konuşulanlar bitip, aradaki iletişim sönme noktasına gelince, aradaki ilişkiyi Oğuzhan isimli üçüncü bir kişi üzerinden yeşertmeye çalışıyorlar. Burada olmayan Oğuzhan'ın işten ayrıldığını ama sevgilisinden ayrılamadığını ve "harbi salak" olduğunu öğreniyorum. Turuncu Pantolon'la tanıştırılmıyorum. Elimde Oğuzhan hakkında çok ufak bir bilgi var. Lafa girmenin tam sırası. "Blablabla'daki Oğuzhan mı bu?" Onaylıyorlar. Çok büyük bir gizemi çözmüş gibi ciddiyetle sakalımı sıvazlıyorum. Hakkındaki bilgim bir kaç harften ibaret olan Oğuzhan sayesinde Turuncu Pantolon'a ulaşıyorum. Geyiğin devamında Oğuzhan'ın "harbi salak" ve "harbi gerizekalı" olduğunu tekrardan öğreniyorum. Verilen her bilgiden sonra kafamı sallıyorum. Özellikle bu hareketim, Turuncu Pantolon'un hoşuna gitmiş olmalı ki arada konuşurken yüzüme bakmaya başlıyor. Turuncu Pantolon ilginç bir adam, asgari kelime konuşup, finali mutlaka, "harbi"yle beslediği, "salak, gerizekalı, öküz, mal" gibi sıfatlarla bağlıyor. (Harbi: İlkokul seviyesindeki küfürlü sıfatları daha maskülen ve önemli göstermeye yarayan kadim bir söz) Turuncu Pantolon, yanında beliren üç-dört kişiye de, "Naber ağbi?" diye soruyor. Bunların ikisine, "Uğrarım az sonra", diyerek umut veriyor. Oğuzhan konusu da tükenince, müzik eşliğinde kafasını ağır ağır sallamaya başlıyor. Anlamsız, "Her şeye hakim ve farkındayım" imajını takındığı anlarda, profilden bir kez bakıyorum. Evet, bence bir kuşa benziyor. Sağa sola konup, uygun yiyecek veya su bulursa, konup, nasiplenecek ve başka bir yerde görülecek. Sonra, "Görüşürüz ağbi" deyip uçuveriyor. Az ilerideki masaya, "Naber ağbi?" diyerek konuyor.
1 Hafta Sonra
Oğuzhan Olmadan Asla!
"Naber ağbi?" diyerek yanıma geliyor. "Normal", diyorum. (Uzun bir süre, "normal" cevabını çok sık kullanırdım. Hem iyi hem kötüymüşüm gibi, aynı anda her şeymişim gibi...) Hoşuna gidiyor. Yüz ifadesinden, bunu günlük konuşmasında kullanacağı hissine kapılıyorum. Tam ona göre. Sonrası boşluk. Konuşmadan duruyoruz bir süre. Onunla konuşabileceğim tek şey Oğuzhan. Bugüne kadar iletişim problemi yaşayacağımı düşündüğüm kişilerin potansiyel ilgi alanına göre, sadece futboldan ya da sadece arabalardan konuşarak birtakım ilişkileri sürdürmeyi başarmıştım fakat şu anda ilk kez Oğuzhan'dan konuşarak bir muhabbeti ayakta tutmaya çalışacaktım. "Oğuzhan'la konuştun mu bari?" diyorum. İlişkimiz hemen hareketleniyor (cağnım Oğuzhan). "Ağbi adam harbiden koptu" diyor (yürü be Oğuzhan) Oğuzhan'ın türlü türlü salaklıklarını ve gerizekalılıklarını anlatıyor. Fakat Oğuzhan sandığımdan da kısa sürüyor (n'oldu Oğuzhan?). Sonrası yine karadelik gibi. Kafasını sallıyor ve etrafına bakınıyor. Bir masada bakışları sabitleniyor. Uçacak, belli. "Hadi ağbi görüşürüz" deyip omzumu sıkıyor. Oğuzhan'ı da alıp uçuyor (görüşürüz Oğuzhan). Mekandan ayrılırken, "Görüşürüz ağbi" demek için arkasından yaklaşıp omzunu sıkıyorum. Dönüp otomatiğe bağlamış şekilde, "Naber ağbi?" diyor. "Oha!" diyorum içimden.
1 Ay Sonra
İlle de Oğuzhan
"Naber ağbi?" diyerek yanıma geliyor. (Oğuzhan koş!). "Normal" diyorum yine. Gülümsüyor (evet, kullanmaya başlamış). Sonrası yine boşluk. Yoğun bir şekilde konu arıyorum, aklıma Oğuzhan'dan başka bir şey gelmiyor. Neyse ki, "Dün Oğuzhan'la görüştüm" diyerek konuyu o açıyor. "N'apıyomuş o eşşek?!?!" deyip Oğuzhan'a sarılasım geliyor. "Salak ya, hala hatundan ayrılamamış, harbi kafasız bu adam!" diyor. İçimden, "Hatun mu?", dışımdan, "Harbi mi?" diyorum. "Harbi" diyor. Sonrasıysa nası desem ki çok harbi bir boşluk gerçekten. "Görüşürüz" deyip kızların olduğu bir masaya uçuyor. Arkasından bakıyorum. Turuncu Pantolon'u uzaktan izlediğim o güzel günleri hatırlıyorum. Onun için oluşturmuş olduğum gizemli imaj, tanıştığımız andan itibaren nasıl da azalarak yok oldu. Şimdi vücudu tamamen "naber"den oluşan dümdüz bir insanla karşı karşıyayım. Kalbi "naber" diye çarpıyor, damarlarında "naber" akıyor, bünyesindeki fazla "naber"leri de dışkıya çevirip dışarı atıyor. Hatta sabah gözlerini açıp boşluğa, "Naber ağbi?" diyor bile olabilir. Üstelik karşı cinse de, "Naber ağbi?" diyor. Hatta "ağbi" dediği "bağzı" kızlarla çok "harbi" sevişmek istiyor.
Sonraki Hafta
Yetiş Ya Oğuzhan!
Tüm gece birbirimizi görmemiş gibi davranıyoruz. "Naber ağbi"yle başlayıp, "Normal"le kıvranmaya başlayan ilişkimizi artık Oğuzhan'ın da kurtaramayacağını o da fark etmiş olmalı. Böylesi daha iyi, en azından Oğuzhan'ı rahat bırakmış oluyoruz. Kalkmadan önce uğradığım WC'den çıkarken bir an karşı karşıya geliyoruz. Kaçış yok, "Naber ağbi?"mi alıyorum mecburen. Beraber alt kattaki çıkışa doğru gidiyoruz. Sokağa çıkıyoruz. İstikametle ilgili bir dizi soru-cevaptan sonra aynı taksiye biniyoruz. Takside müthiş bir sessizlik hakim. Konuşacak konu ararken istemsiz olarak sürekli Oğuzhan'a çarptığımı fark ediyorum. Artık kafamın büsbütün ağrıdığını hissediyorum. Ve tüm bu yoğunluk anında konuların en saçması (ya da en mantıklısı?) ağzımdan dökülüveriyor: "Abi pantolonunu hiç değiştirmiyo musun sen?" (Ah be Oğuzhan, nerdesin sen?) Dönüp bana bakıyor. Dudağının kenarından gülümsüyor, "Bundan beş tane var bende" diyor. (Duydun mu Oğuzhan, "beş" diyor, ne diyim?) "Oha, harbi mi?" diyorum. "On iki senelik takıntı" diyor. "Oha, harbi mi?" diye tekrarlıyorum. Sonrasında promilden mi Oğuzhansızlıktan mıdır bilinmez, aniden soruyorum: "Abi ne iş yapıyorsun sen?". "Boşveeer, uzun hikaye" diyor. Uzun hikayesi olan bir iş düşünüyorum, aklıma işsizlikten başkası gelmiyor. Boşverip arkama yaslanıyorum ve göz ucuyla Turuncu Pantolon'u seyrediyorum. Bir arabanın içinde, üstelik yan tarafta oturan birine bakmaya çalışmak, saçmalığın dik alasıdır Oğuzhan. Dönüp bir an bana bakıyor. Yakalanınca onun bulunduğu taraftaki pencereye bakıyormuş gibi yapıyorum. Sonra o anda yine seni kurban ediyorum: "Oğuzhan n'apmış, ayrılmış mı hatundan?" Aynı sahte ukala gülüşüyle, "O salak bir bok beceremez" diyor. Üzgünüm Oğuzhan.
Corona, morona, dikkat ediyosunuz, iyi bakıyosunuz annem. Öperim.